6284 Sayılı Kanun Kapsamında Öngörülen Koruyucu Önleyici Tedbirlerin Masumiyet Karinesi ile İlişkisi Üzerine:

Anayasa Mahkemesi’ne Kısa Bir Eleştiri

Ezel Buse Sönmezocak

Koç Üniversitesi Kamu Hukuku Doktora Araştırmacısı, Avukat, Hak Savunucusu

İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin onaylanmasının beşinci yıldönümü olan 1 Ağustos 2019’da, Anayasa Mahkemesi ilginç ve tartışmalı bir karar yayımladı.[1] 6284 sayılı Kanun kapsamında başvurucu aleyhine Aile Mahkemesi tarafından verilen tedbir kararında kullanılan “şiddet uygulayan” ifadesinin başvurucunun masumiyet karinesini ihlal ettiğini saptayan bu karar, anayasa yargısının özellikle “koruyucu-önleyici tedbirler”in getiriliş amacı ve niteliği konusunda hukuken yanlış yorumu nedeniyle tartışılmaya muhtaç.

S.M. Başvurusu ve Mahkeme’nin Yorumu

Karara konu başvuruda, başvurucunun eski kız arkadaşını sürekli olarak takip ederek rahatsız ettiğinden bahisle başvurucu aleyhine suç duyurusunda bulunulmuş, akabinde Antalya 4’üncü Aile Mahkemesi Hâkimliğince 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 5. maddesi uyarınca başvurucu aleyhine iki ay süreyle geçerli olmak üzere mağdura yönelik tehdit, hakaret ve aşağılamayı içeren söz ve davranışlarda bulunmama ve mağdura yaklaşmamasına yönelik tedbir kararı verilmiştir. Mahkeme, söz konusu tedbir kararında başvurucu için “şiddet uygulayan” ifadesini kullanmıştır. Bu arada, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, mağdurun suç duyurusunda bulunmasıyla açılan soruşturmada kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte ve yeterlilikte delil bulunmadığından hareketle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

Başvurucu bunun üzerine Aile Mahkemesine başvurarak tedbir talebinin soyut iddialara dayalı olarak verildiğini ve isnat edilen eylemlere ilişkin olarak Savcılık tarafından takipsizlik kararı verildiğini belirterek tedbir kararına itiraz etmiştir. İtiraz üzerine Aile Mahkemesi ise tedbir kararı verilebilmesi için şiddet uygulandığı konusunda delil ve belge aranmayacağını, bu nedenle kararda kanuna aykırı bir husus olmadığını ifade ederek itirazı reddetmiştir.

Bu süreçte başvurucu, mağdurun da kendisini takip ettiğini ve bu durumdan tedirgin olduğunu belirterek mağdur aleyhine tedbir talebinde bulunmuş ve Aile Mahkemesi mağdur aleyhine 1 ay süreyle geçerli olacak şekilde tedbir kararı vermiştir. Başvurucu, aleyhine verilen tedbir kararına karşı yaptığı itirazın reddi üzerine, Aile Mahkemesi tarafından verilen tedbir kararında geçen “şiddet uygulayan” ifadesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini öne sürerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Başvuruyu öncelikle kabul edilebilirlik yönünden inceleyen Anayasa Mahkemesi, masumiyet karinesinin ihlalinin sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil, ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da söz konusu olabileceği yönündeki içtihadını hatırlatarak (para. 35), karinenin medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir yargılamada uygulanabilmesi için söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ceza yargılaması arasında bağlantı olması gerektiğini ifade etmiştir (para. 38). Mahkeme, bundan hareketle, tedbir kararında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğuna hükmetmiş (para. 39) ve başvuruyu kabul edilebilir bularak esas incelemesine geçmiştir. Esas incelemesinde öncelikle “şiddet uygulayan” ifadesinin “kişinin suç konusunu doğurabilecek eylemleri işlediği izlenimini doğuran, sorunlu bir tabir” olduğunu saptamıştır (para.51). Bu çerçevede Mahkeme, söz konusu kullanımın “Başvurucunun takipsizlik kararına konu eylemi işlediği ya da farklı şiddete yönelik eylemleri fiilen gerçekleştirdiği izlenimini doğurduğunu” vurgulayarak, oybirliğiyle Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (para. 52).

6284 Sayılı Kanun Kapsamındaki Tedbirler ile Masumiyet Karinesinin İlişkisi

Anayasa Mahkemesi’nin, söz konusu başvuruyu esas incelemesine girmeksizin, kabul edilebilirlik incelemesi aşamasında reddetmesi gerekirdi. Buna rağmen, Mahkeme’nin tam tersi bir yorumla ihlal kararı vermesinin en önemli nedeni, 6284 sayılı Kanun’un kapsam ve amacını ve aynı zamanda getirdiği koruyucu ve önleyici tedbirlerin mahiyet ve önemini doğru kavrayamamış olmasıdır.

Mahkeme’nin kabul edilebilirlik aşamasında ortaya koyduğu üzere, masumiyet karinesinin medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir yargılamada uygulanabilmesi için söz konusu medeni yargılama ile yürütülen ceza yargılaması arasında bağlantı olması gerekmektedir (para. 38). Fakat karara konu olaylar incelendiğinde, gerek başvurucunun gerekse Mahkeme’nin kullanmış olduğu ifadelerden, sanki 6284 sayılı Kanun kapsamında başvurucu aleyhine verilen tedbir kararının, başvurucu aleyhine açılan soruşturma nedeniyle ya da bu soruşturma kapsamında verilmiş olduğu gibi yanlış bir kanaate sahip olunduğu görülmektedir. Halbuki, 6284 kapsamında tedbir kararı verilebilmesi, aleyhine tedbir istenen kişi hakkında suç duyurusunda bulunulmasına bağlı değildir. Tedbir talebinde bulunmak için suç duyurusunda bulunma şartı aranmaz. Aksine, Kanun’un 8. maddesinde ifade edildiği üzere tedbir kararı verilmesi için bir delil ya da belge sunulmasına gerek yoktur. Bir başka ifadeyle, tedbir kararları bir “suç” isnadı içermez, eylemlere ilişkin bir delil değerlendirmesi yapmaz ve bu çerçevede bir “suç” isnadını karara bağlamaz. Bu çerçevede, şiddet mağdurlarının, yaşadıkları şiddetin Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) tanımlanan suçlardan birine girdiğini düşünmeleri halinde başvurabilecekleri suç duyurusu, 6284 sayılı Kanun çerçevesince öngörülen tedbirleri talep edip etmemede hiçbir öncül –ya da Mahkeme ve başvurucunun ifadesiyle “esas”– teşkil etmez. Dolayısıyla, tedbir talebini herhangi bir delil incelemesi yapmaksızın karara bağlayan Aile Mahkemesi’nin verdiği karar ile başvurucu aleyhine yürütülen ceza soruşturması ile arasında, tedbir kararlarında kişinin suçlu olup olmadığı değerlendirilmediğinden, masumiyet karinesinin uygulanmasını gerektiren bir bağlantı bulunmamaktadır. Bu nedenle, tedbir kararlarında, 6284 sayılı Kanun’un şiddet tanımına paralel olarak kullanılan “şiddet uygulayan” ifadesinin kullanılması, başvurucunun, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan cebir ve şiddet “suçlarını” işlediği kanaatini ortaya koymamaktadır. Anılan gerekçeyle Mahkeme’nin başvuruyu kabul edilebilirlik aşamasında reddetmesi gerekirken esasa geçmesi, Mahkeme’nin öncelikle 6284 sayılı Kanun’un öngördüğü önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının mahiyetine dair yanlış bir değerlendirme yapmış olduğunu gözler önüne sermektedir.

Mahkeme’nin, başvuruyu kabul edilebilir bulduktan sonra yaptığı esas incelemesinde de 6284 sayılı Kanun’un amaç ve kapsamını doğru değerlendirememiş olduğu görülmektedir. 6284 sayılı Kanun’un amacı, “şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi”dir. Bu anlamda Kanun, yaşanmış bir şiddetin tespiti ve failin cezalandırılmasını ya da caydırılmasını değil, henüz şiddet ortaya çıkmadan şiddeti önlemek ve şiddete maruz bırakılanı en kısa ve güvenli şekilde şiddetten korumayı amaçlamaktadır. Böylece, 6284 sayılı Kanun ile kasten öldürmeye kadar varabilen cinsel saldırı, yaralama, cinsel taciz ve takibe maruz bırakılma ihtimali yüksek olan mağdurların, henüz bu vakalar gerçekleşmediği için, kamu otoritelerince “suç işlenmeden müdahale edemeyiz” denilerek korunamamasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.

Kanun, şiddeti, “kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışlar” olarak tanımlamıştır. Bir başka ifadeyle, Kanun’un şiddet tanımı yalnızca kişinin halihazırda zarar görmesini değil, zarar görme ihtimaline yol açan davranışları da kapsamaktadır. Bu tanıma paralel olarak, Kanun’da “şiddet uygulayan kişi”, Kanun’un şiddet olarak tanımladığı tutum ve davranışları “uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişiler” olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede, “şiddet uygulayan”, 6284 sayılı Kanun’un lafzında bulunan ve tanımlanan bir ifadedir ve TCK 108. maddede düzenlenen “cebir” suçundan farklıdır. TCK madde 108 kapsamında cebir, yalnızca gerçekleşmiş olan fiziksel şiddet olarak tanımlanmış olup, yalnızca fiziki müdahaleyi ve güç kullanmayı kapsamaktadır. Dolayısıyla, 6284 sayılı Kanun’un ifade ettiği “şiddet”, suçların maddi kapsamlarının ortaya konduğu Türk Ceza Kanunu’nun ifade ettiği cebir ve/veya şiddet ile aynı anlama gelmemektedir. Buradan hareketle, tedbir kararında geçen “şiddet uygulayan” ifadesi, kişinin masumiyet karinesinin ihlali anlamına gelecek şekilde kişinin “suçlu olduğu” izlenimini uyandırmaz. 6284 sayılı Kanun’un şiddet tanımı ile TCK kapsamındaki şiddet suçu aynı şey değildir.

Talihsiz bir tesadüf mü?

Mahkeme’den böyle bir kararın tam da 6284 sayılı Kanun’un yasalaşmasını sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından onaylanmasının beşinci yıldönümünde çıkmış olması talihsiz bir tesadüf değil. Kadın hakları örgütleri Sözleşme’nin yıldönümü vesilesiyle yayımladıkları basın açıklamalarında Sözleşme’nin hâlâ tam olarak uygulanmıyor ya da eksik uygulanıyor olduğuna dikkat çekerken[2] ve kamuoyunda birtakım anti-demokratik kesimlerce İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’un ilgası için sözde talepler gün geçtikçe daha yüksek sesle duyulmaya başlamışken,[3] Anayasa Mahkemesi’nin yorumu kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin hukuksal bilgi ve birikimde gerilemeyi ifade ediyor. Amacı kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına yönelik şiddeti önlemek, etkili biçimde soruşturmak, cezalandırmak ve ortadan kaldırmak olan İstanbul Sözleşmesi ve onun iç hukuktaki yansıması olan 6284 sayılı Kanun’un, mahkemelerce doğru yorumlanması ve uygulanması, kadınlar için kelimenin tam anlamıyla “hayati” bir önem arz ediyor.

[1] Anayasa Mahkemesi, S.M. Başvurusu, E.2016/6038, 20/06/2019. Kararın tam metni için bakınız https://www.anayasa.gov.tr/media/6140/2016-6038.pdf

[2] “İstanbul Sözleşmesi 5 Yıldır Yürürlükte! Cinsel Şiddet Sonrası Destek Birimleri Nerede?”, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği ve Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV), 1 Ağustos 2019, https://cinselsiddetlemucadele.org/2019/08/01/istanbul-sozlesmesi-5-yildir-yururlukte-cinsel-siddet-sonrasi-destek-birimleri-nerede/

[3] “6284 sayılı Şiddetle Mücadele Yasası neden hedefte?”, Elif Ekin Saltık, Ekmek ve Gül, 26 Kasım 2017, https://ekmekvegul.net/gundem/6284-sayili-siddetle-mucadele-yasasi-neden-hedefte