COVID-19 Salgını Sürecinde Farklı Yönleriyle Kadınların Durumu

Aslı E. Mert

Dünyada ve ülkemizde COVID-19 salgını nedeniyle zor zamanlardan geçtiğimiz bugünlerde kadınların ev içinde, işyerinde ve toplumda karşılaştığı sorunlara dair de sıra dışı durumlar yaşıyoruz. Bunlardan ilki hiç şüphesiz ev içi ücretsiz emeğin daha da ağırlaşması. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri halihazırda kadınlar için birincil işgücünde olmama nedeninin “ev işleri ile meşgul olmak” olduğunu gösterirken (TÜİK, 2018a), mevcut ve çok fazla kişinin içinde bulunduğu karantina durumuyla konu daha da derinleşiyor. Karantina günlerinde birçok ailenin tam zamanlı evde olmasıyla kadınların ev içi iş yükünün, süreç sonrasında ilgili verilerle durum daha netleşecek olmakla birlikte, arttığını söyleyebiliriz. Bu durumda “kaçıncı vardiya?” sorusu gündeme geliyor. Netleştirmek gerekirse, Hochschild 1980’lerin sonunda kaleme aldığı kitabında ücretli bir işte çalışan kadınların birinci vardiyalarını iş yerinde tamamladıktan sonra ev işi ve bakım işleriyle meşgul olmalarını ikinci vardiya olarak nitelendirmiştir (Hochschild, 1989); ne yazık ki son otuz yılda bu konuda teknolojik gelişmeler dışında olumlu yönde gelişme olduğunu söylemek zor, aksine kadınların “vardiyaları” farklı şekillerde çoğaldı ve çeşitlendi. Birinci ve ikinci vardiyanın yanı sıra, üçüncü vardiya, literatürde güzellik endüstrisinin kadınlardan dış görünüşe dair beklentilerinden (Wolf, 1991) kadınların zihinsel yüklerine yani verdikleri kararlardan duydukları şüphelere ve yaptıkları seçimleri sorgulamalarına (Kremen-Bolton, 2000), kadınların yaşamın ilerleyen yıllarında teknolojiden faydalanarak katıldıkları çevrimiçi yükseköğretim derslerine adadıkları zamandan (Kramarae, 2001) eş ve çocukların arzu ettikleri kadar evde olmayışlarından kaynaklanan kırgınlığı gidermek için harcadığı zamana (Alkadry ve Tower, 2014) birçok şekillerde tanımlanmıştır. Dördüncü vardiya ise genel olarak kadınların evde (akşamları, hafta sonları vb.) iş saatleri dışında ücretli işe dair geçirdiği ekstra vakitlerle bağdaştırılmıştır (Alkadry ve Tower, 2014, s. 76; Kyriazis, 1999).

Peki içerisinde bulunduğumuz süreçte durum nedir? Ev ofisi çalışma düzenine geçen çalışan kadınların birinci ve ikinci vardiyaları bir arada yürüttüğü aşikârken, erkeklerin evden veya dışarıda çalışma durumunun düzeni değiştirmediği gözlemlenmekte; hatta erkekler evden çalıştıklarında kadınların iş yükünün artması beklenmektedir. Evden çalışan kadınlar, ücretli işlerine dair sorumluluklar ile ev işleri ve çocuk bakımıyla bu defa eş zamanlı ilgilenirken iş yükü mevcut durumda bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Okul çağındaki çocukların çevrimiçi eğitim süreçlerini takip etmek, bu belirsiz ve stresli süreçte duygusal ihtiyaçlarına yanıt vermek, oyun ve aktiviteler planlamak da tüm bu sorumluklara eklenmektedir. Evde olmayla birlikte daha fazla yemek, daha fazla temizlik ve daha fazla çocuk bakımı işi üstlenen kadınlar aynı zamanda yaşlı ve hasta gündüz bakımı, yeni yaşam düzenine dair planlamalar (alışverişin yapılması, hijyenin sağlanması, aile ve ebeveynlerin karantina süreçlerinin yönetilmesi gibi) üzerine daha fazla mesai harcamakta. Normal düzenlerinde ev ve bakım işleri için evde ücretli destek alan kadınlar ise dışarıdan gelen kişilerin virüsü eve taşıma ihtimaline karşı bu seçeneği elemiş durumda. Dışarıda çalışmaya devam etmek zorunda olan kadınların ise, özellikle de eşlerin de izinli olmadığı durumda bakım konusunda (destek olan aile büyüklerinin yaşları itibariyle risk altında olması, kreşlerin kapanması ve bakıcıların kendi hanelerinde karantinada olması dolayısıyla) büyük zorluklar yaşadığı, bu çoklu vardiyaların mevcut risk ve endişelerle katlandığını söylemek çok mümkün. Dolayısıyla, toplumsal uyum ve dayanışmanın her zamankinden önemli olduğu bugünlerde önceliğimiz sorumlu davranarak sağlığımızı korumak olmakla birlikte; ev içi iş bölümünde eşitlik gerekliliğinin hem kadınlar tarafından bilinçli olarak özümsenmesi hem de erkekler tarafından paylaşımın eşit gerçekleşmesi, çocukların da evde olduğu bu dönemde rol model olmak ve onları da ev içinde kendi yapabilecekleri işlere dahil etmek adına önemli bir dönem. Her ne kadar eşitsiz iş bölümü, farklı sosyal mekanizmaların uzun vadede dönüşümüyle çözülebilecek bir sorun olsa da, bu aşamada konu üzerine ilgili devlet kurumlarının sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde geleneksel ve sosyal medya aracılığıyla vereceği mesajlar değerli bir rol oynayacaktır.

Ev içindeki tek sorun elbette iş yükü değil. Şiddete eğilimli partnerle ev içinde özellikle stresli koşullarda ve dışarı çıkmanın kısıtlı olduğu bir halde bulunmanın getireceği kadına karşı şiddetin artması riskinin de ciddiye alınması gerekiyor [1]. Dışarıda hayati risk taşıyan ve kolay bulaşabilen bir virüs ile evde yine hayati risk taşıyabilecek düzeyde şiddet potansiyeliyle karşı karşıya olan kadınlar için arada kalmışlık ve stres ile çaresizliğin yarattığı yükün ağırlığı aşikâr. Konu hakkında son günlerde ilgili sivil toplum kuruluşları da sık sık açıklamalarda bulunmakta. Çok sayıda şiddet vakası ile karşı karşıya kaldıklarının, salgın nedeniyle boşanma davalarının ertelenmesinin de bir risk unsuru olduğunun ve kadınların salgınla birlikte şiddet failleriyle baş başa kaldıklarının altını çizen yetkililer, evde bir arada kalma sonucunda şiddet bahanelerinin arttığını ve şiddetin büyümemesi için kadınların kendilerinden istenen her şeyi yapmaya zorunlu hissettiklerini belirterek acil önlem planları yapılmasının önemine dikkat çekiyorlar [2] [3]. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav da, Türkiye’de COVID-19 gündemi ile iç içe olmaya başladığımızdan beri 10 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü ve bu cinayetlerin 8’inin evde gerçekleştiğini vurgulayarak karantina günlerinde kadına yönelik şiddete karşı acil durum planları yapılması gerektiğini belirtti [4].

Mevcut bağlamda iş hayatına baktığımızda ise bu durumda en riskli konumdaki mesleklerin başında COVID-19 hastalarıyla birebir etkileşimde bulunan sağlık çalışanları geliyor. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) 31 Ocak 2020 tarihli İstihdam İzleme Bülteni’ne (TEPAV, 2020) göre son bir yılda insan sağlığı hizmetleri sektörü kadın çalışan sayısında en büyük artışın gözlemlendiği sektör olurken, Türkiye’de TÜİK 2019 yılı verilerine göre kadınlar insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri alanının %68,5’ini oluşturuyor (TÜİK, 2019). Yükseköğretim Kurumu (YÖK) 2017-2018 eğitim yılı istatistiklerinde ise 2018 yılında üniversitelerin tıp bölümlerinden mezun olanların %51,4’ünün, hemşirelik ve ebelik bölümlerinden mezun olanların %76,9’unun, eczacılık bölümlerinden mezun olanların ise %67,3’ünün kadın olduğunu görüyoruz (Yükseköğretim Kurumu, 2019). Hastane çalışanları elbette yalnızca doktor ve hemşirelerden ibaret değil, bu konuda elimizde resmi bir istatistiksel veri olmasa da tıbbi sekreterlerin, karşılama ve bilgi masası çalışanlarının, hasta hakları birimi sorumlularının ve temizlik görevlilerinin çoğunun da kadın olduğunu gözlemleyebiliriz. Bu da sağlık sektöründe çalışan kadınların salgın döneminde riske daha açık ve daha kırılgan bir pozisyonda olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla, tüm sağlık çalışanları ve hastane personeli için, pozisyon ayırt etmeksizin, özellikle gebelik, kronik hastalık ve ileri yaş durumlarında, gerekli önlemlerin alınması ve koruyucu malzeme desteği sağlanması hayati önem taşıyor.

Sağlık personeli kadınlar açısından bir başka handikap ise hastalarla birebir etkileşimde olmanın getirdiği, yaşam düzenlerine göre ebeveyn veya çocuklarının sağlığı için duydukları endişeler ve zorlaşan iş-yaşam dengesi. Farklı ülkelerde (ülkemiz de dahil olmak üzere) bazı otel zincirleri doktorlara ücretsiz konaklama imkânı sağlarken, erkeklerin bu destekten yararlanmasının daha kolay olduğunu, kadınların çocukları olma durumunda ise rahatlıkla bu yönde karar vermelerinin zor olduğu söylenebilir. Tabii ki aynı ikilemler çalışmaya devam eden herkes için geçerli, bu tür imkanların da sağlanmadığı başta hizmet sektörü olmak üzere çalışma temposunun daha fazla arttığını dahi söyleyebileceğimiz iş alanlarında çalışanlar aynı belirsizlik ve endişeleri taşıyor.

İstihdam konusunda mevcut durumda bir başka mevzunun ise özellikle satış ve hizmet sektörünün durgunlaşmasıyla yaşanan ücretsiz izin uygulamaları ve işten çıkarmalar olduğunu görüyoruz. Verilerin neye işaret edeceğini zaman içerisinde görecek olmakla birlikte durumun genel eğilimle (erkeklerin “ev geçindirdiği” söylemiyle kadınlar işten çıkarılmalarda genellikle daha fazla risk altında olmaktadırlar) paralel olması halinde daralmaya gidildiğinde kadın çalışanların işten çıkarılma risklerinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sağlık açısından ev dışında bulunmanın güvenli olmadığı bir zamandan geçerken (ve özellikle hizmet sektöründe birçok pozisyonda ev ofisi çalışma düzenine geçmenin çok mümkün olmadığını düşünerek), bunun ne şekilde karşılandığını da yine önümüzdeki zamanlarda daha net değerlendirebileceğiz. Her halükârda ücretsiz izin ve işten çıkarılma durumlarında iş aramanın neredeyse mümkün olmadığı bu süreçte işsiz kalan hem kadın hem de erkeklere devlet desteğinin sağlanması oldukça önemli.

Kesişimsel ayrımcılık perspektifinden baktığımızda ise, mevcut durumda ileri yaşlardaki bireyler gündemdeki virüsten en fazla etkilenen nüfus olmalarının özellikle bazı geleneksel ve sosyal medya kaynaklarında farklı lanse edilmesiyle birlikte toplumsal algı bağlamında korunması gereken kişilerden tehlikenin kaynağı olan kişilere dönüşmektedirler. Bu da sosyal stigmaya (etiketlenme) maruz kalmalarına neden olmaktadır. TÜİK’in 2018 yılı “İstatistiklerle Yaşlılar” verilerine göre eşi ölmüş yaşlı erkeklerin oranı %12,2 iken bu oranın yaşlı kadınlar için %49,2 olduğunu görebiliriz (TÜİK, 2018b). Dolayısıyla, bu mevzu her ne kadar yalnızca kadınları ilgilendirmese de ve sosyal medyaya en çok ileri yaşlardaki erkeklerin görüntüleri ve haberleri yansısa da, eşi vefat etmiş yaşlı kadınların daha fazla olması nedeniyle sorunun genel olarak kadınlaştığını veya kadınlaşabileceğini söyleyebiliriz. Zira özellikle aile ve çevrelerinden yardım alamayan ve eşi vefat ettiği için yalnız yaşayan ileri yaştaki kadınların yiyecek, içecek ve ilaç gibi ihtiyaçlarını kendileri gidermek zorunda kalması (yaş itibariyle çevrimiçi alışveriş hizmetlerinden yararlanmalarının da daha zor olduğunu düşünürsek) ve bu etiketlenmelere süreçte daha fazla maruz kalmaları daha olası. Bu konuda yetişkin çocukların veya yakınların ilgi göstererek destek vermelerinin, şefkat ve sabırla durumun ciddiyetini açıklamalarının yanı sıra, halihazırda devam eden belediye ve diğer ilgili kurumların destek hizmetlerinin yaygınlaşması ve geleneksel ve sosyal medyadaki konuya ilişkin söylemler hususunda hassas davranılması büyük önem taşıyor [5].

 

Notlar

[1] Şiddete maruz kalma durumunda başvurulabilecek merkezler Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği tarafından listelenmiştir: https://www.kadinininsanhaklari.org/destek-almak-icin-basvurulabilecek-kurumlar/. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü Kadın Destek uygulaması (KADES) (https://www.icisleri.gov.tr/kadin-destek-uygulamasi-kades), Vodafone Kırmızı Işık uygulaması (http://www.vodafone.com.tr/Servisler/hayatinizi-kolaylastiran-servisler/kirmizi-isik-uygulamasi.php) ve Ankara Barosu Gelincik Merkezi (444 43 06) (http://www.gelincikprojesi.org.tr/) destek hattı bu konuda hizmet vermektedir.

[2] http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/221863-korona-gunlerinde-erkek-siddetini-onlemek-icin-acil-eylem-plani-aciklayin (Son erişim tarihi: 26 Mart 2020)

[3] https://www.evrensel.net/haber/400325/korona-gunlerinde-kadina-siddet-bahaneler-artti-acil-onlem-sart (Son erişim tarihi: 26 Mart 2020)

[4] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/karantinadaki-tehdit-aile-ici-siddet-41476064 (Son erişim tarihi: 26 Mart 2020)

[5] UN Women Türkiye bu konuda sosyal medya hesaplarında 26 Mart 2020 tarihinde yaptığı paylaşımlar ile “yaşlı” yerine “kıdemli” kelimesinin kullanılmasını önerdi. Eşitsizlik ve ayrımcılığın çoğu zaman dilde başladığını, neredeyse her zaman ise dilde yeniden üretildiğini göz önüne alırsak, “yaşlı” kelimesini negatif bir etiket olarak kullanmamak veya “ileri yaştaki/yaşlardaki bireyler”, “65 yaş ve üzeri kişiler”, ve UN Women Türkiye’in önerisindeki gibi “kıdemli kadınlar/erkekler” kavramlarını kullanmak önerilebilir.

 

Kaynakça

Alkadry, M. G. ve Tower, L. E. (2014). Women and public service: Barriers, challenges and opportunities. Routledge.

Hochschild, A. with Machung A. (1989). The second shift. Penguin Books.

Kramarae, C. (2001). The third shift: Women learning online. American Association of University Women Educational Foundation, 1111 Sixteenth St. NW, Washington, DC 20036.

Kremen-Bolton, M. (2000). The third shift: Managing hard choices in our careers, homes, and lives as women. Jossey-Bass.

Kyriazis, N. (1999). Women’s flexible work and family responsibilities in Greece. South European Society and Politics4(2), 35-53.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), 31 Ocak 2020. İstihdam İzleme Bülteni, Sayı 89. https://www.tepav.org.tr/upload/files/1580457807-9.TEPAV_Istihdam_Izleme_Bulteni_SGK_Ekim_2019.pdf. (Son erişim tarihi: 26 Mart 2020)

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). (2018a). İşgücü İstatistikleri.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). (2018b). İstatistiklerle Yaşlılar.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). (2019). İşgücü İstatistikleri.

Wolf, N. (1991). The beauty myth: How images of beauty are used against women. Random House.

Yükseköğretim Kurumu (YÖK). (2019). Eğitim ve öğretim alanları sınıflamasına göre lisans düzeyindeki mezun sayıları, 2017-2018. Yükseköğretim İstatistikleri, Mezun Sayıları, Yükseköğretim Kurumu İstatistikleri. https://istatistik.yok.gov.tr/. (Son erişim tarihi: 26 Mart 2020)