Toplumsal Cinsiyete Mekân Üzerinden Bir Bakış: Kent Mekânında Kadın Olmak

Elif Yılmaz

Mekânlar, toplumsal eylemlerin gerçekleştiği boş kutular değildir. Mekân, toplumsal kodlarla işlenmiş, kendine ait hafızası olan, aktif bir alandır. Toplumsal olan mekânsal, mekânsal olan toplumsaldır. Toplumda meydana gelen her şey mekânsal sonuçlar doğurduğu gibi, her mekânın toplumsal olan üzerinde kurucu bir işlevi vardır. Mekân tahakküm ve itaatin, dayanışma ve iş birliğinin aynı anda barındığı karmaşık bir ilişkiler ağıdır (Massey, 1994). Toplumsal alan ve mekân arasında karşılıklı inşaya dayanan bir ilişki söz konusudur. Bu durumda, mekân ve toplumsal cinsiyet ilişkileri de “karşılıklı ve sürekli olarak birbirini inşa eden, çeşitlenip farklılaşan birbirlerinden bağımsız ele alınması mümkün olmayan süreçlerdir” (Lordoğlu, 2018). Bu yüzden, mekân ve toplumsal cinsiyet arasındaki bu ilişki, bir dönüşüm potansiyelini de içerisinde barındırır çünkü mekânın ve toplumsal alanın değişimi birbirine bağlıdır.

Çoğu kadın, karanlık bir sokakta ya da gece bindiği toplu taşıma aracında birçok erkek varken kadınların sayısının bir elin parmağını geçmediği anlar yaşamıştır. Bir yerden geçerken, tek başına yürürken ya da bir aracı kullanırken, benzer bir tedirginlik duygusunu ve korkuyu deneyimlemişizdir. Biz kadınlar için bu durum ortak bir toplumsal hafızanın sonucudur. Erkekler günün her saatinde, kamusal alanlarda kadınlara oranla çok daha rahat hareket edebilirken, her an tetikte olma hissini kendi deneyimlerimizden biliriz. Bu durumun çeşitli sebepleri olabilir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 yılı İşgücü İstatistiklerine göre Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki kadınların istihdama katılım düzeyi %28,8 iken, erkekler için bu düzey %64,8 ile kadınların katılımının iki katından daha fazladır. Dolayısıyla kadınlar erkeklere oranla istihdama daha az katıldıklarından, kamusal alandan çok özel alanda, hane içerisinde ya da başka evlerde sosyalleşiyorlar. Bunun yanı sıra, kadınlara toplumsal cinsiyet rolleri tarafından biçilen görevler de onların kamusal alandaki temsilini etkiliyor. Annelik gibi çeşitli bakım işlerinin kadınlar tarafından üstlenilmesi, onların kent içerisindeki hareketliliğini azaltıyor olabilir. Örneğin, Ehrenreich ve English’e (1978) göre kadın ve çocuğun ev içerisinde birlikteliği, toplumda korunması gerektiği düşünülen iki unsur olan kadın ve çocuğun özel alan içerisinde birbirlerine emanet edilmesinden ortaya çıkıyor. Kadınların bir kısmı, okuma yazma bilmemek, hayatı boyunca yalnız dışarı çıkmamış olmak gibi nedenlerle kamusal alanda sınırlı bir şekilde ve bir başkasının refakati ile yer alabiliyor. Ayten Alkan’ın 2005 yılında yaptığı araştırmaya göre, kadınların eğitim durumu arttıkça dışarı çıkma sıklığında da artış görülüyor. Yine Alkan (2005), araştırmaya katılan kadınların kentteki hareketinin %47’sini “bağımlı hareketlilik” olarak değerlendirir. Bu hareket biçimindeki en önemli unsur, kadının kamusal alandaki hareketinin bir erkeğin refakatine dayanmasıdır. Tüm bunları bir arada düşündüğümde toplumsal cinsiyet ve mekân ilişkisine odaklanmak benim için duygusal bir boyuta da ulaşıyor. Bu yüzden, toplumsal cinsiyete mekân üzerinden bakarken, kent mekânında toplumsal cinsiyet rejiminden etkilenen tek grubun kadınlar olmadığının altını çiziyor, bu yazıda spesifik olarak kadınlara odaklanıyorum.

Toplumsal cinsiyet ve mekân ilişkisini ele alırken, özellikle kente odaklanıyorum çünkü kent mekânı, çeşitliliği ve yoğunluğuyla farklı bir deneyimi barındırıyor. Bu yüzden kent mekânı, Simmel’den (1903) David Harvey’e (2013) birçok sosyal bilimcinin odak noktasını oluşturdu. Kentte anonimliği ve aşinalığı aynı anda yaşar, karşılaşmalar ve akışların içerisinde kendimizi yeniden inşa ederiz. Kent son derece yoğun, karmaşık, kalabalık ve sürekli değişen bir alan olarak başka alanlarda görülmemiş karşılaşmalara ve deneyimlere ev sahipliği yapar. Bu yüzden kent mekânında toplumsal cinsiyet ilişkileri de yoğunlaşır ve karmaşıklaşır. Kent mekânında biz kadınlar özgürlüğü ve kontrolü, tedirginliği ve güvenliği aynı anda deneyimliyoruz. Kent mekânındaki bu deneyim toplumsal koşullarımıza göre farklılık gösteriyor. Her kadının kent deneyimi birbiriyle aynı olmadığı gibi; kadınların deneyimleri yaşlarına, etnik kökenlerine, sınıflarına, sosyal statülerine bağlı olarak ortaklaşıp farklılaşabiliyor.

Toplumsal cinsiyet ve mekân ilişkisi söz konusu olduğunda, özel alan ve kamusal alan arasındaki ayrımı konuşmayı anlamlı buluyorum. Erkekler kamusal alanda aktif ve baskınken, kadınlar özel alanda muhafaza edilmesi gereken özneler olarak görülüyor. Fakat kent içerisinde özel alan-kamusal alan ayrımının basitçe hane ile hane dışı arasında gerçekleşmiyor olması ilgi çekici. Kamusal alan içerisinde olmasına rağmen özel alan niteliği gösteren kapalı güvenlikli site, alışveriş merkezi, park ve bahçe gibi mekânlar dikkate değer. Hilal Alkan, “Aile Mekânı” (2011) isimli makalesinde şehrin coğrafyasında park ve bahçelerin nasıl kadınlara yönelik özel alanlar olarak inşa edildiğine odaklanıyor. Alkan’a (2011) göre kamusal alanda yaratılan özel alanlar içerisinde kadınlar, dışarı çıktıklarında bile ataerkil bağlamda çizilen şehir düzeninin içerisinde hareket ediyorlar. Bu yüzden kent mekânında kamusal alan ve özel alan arasındaki ayrım katmanlı ve karmaşık bir görünüme kavuşuyor.

Kadınların kamusal alandaki hareketlerine yönelik söylemler, hemen her gün özellikle medya aracılığıyla yeniden üretiliyor. Bu söylemleri genellikle egemen sınıflar kendi değerleriyle üretiyor. Her türlü şiddeti meşrulaştırma aracı olarak kullanılabilen bu dil, son derece tehlikeli. Bu söylemler, belli bir noktada kent mekânının düzenlenmesi ve planlanmasına bağlanıyor ve kadınların kentteki hareketlerini düzenlemeye yönelik söylem ve politikalara dönüşüyor. Aynı zamanda bu politikalar, çoğu zaman pratikte uygulanmasa da söylem düzeyinde büyük yankı uyandırıyor. Her kadın cinayeti, tecavüz ve taciz vakasının ardından kamuoyunda pembe otobüs uygulaması, otobüslerin geç saatlerde kadınları evlerinin önüne kadar götürmesi ve benzeri tartışmalar yeniden alevleniyor. Bu gibi önerileri faydalı ve güvenli bulan kadınların yanında bunların yeni bir denetim mekanizması olduğunu ifade eden kadınlar da var. Bu durumda kadınları korumak için yeni özel alanlar yaratmak yerine, kamusal alanları kadınların güvende hissedeceği hale getirecek düzenlemeler yapmak daha etkili olabilir. Çözüm olarak şiddetin mağdurunu daha izole, görece güvenli ve kontrollü alanların içerisine taşımak yerine faillere verilecek caydırıcı cezalarla kadın dostu kentler tahayyül edilebilir.

Kadınların kentteki varlığını egemen mekânsal kurgular –toplumsal cinsiyet normları, belediye uygulamaları, şehir ışıklandırmaları, toplu taşıma güzergâhları ve saatleri gibi– etkileyebilir. Öte yandan mekânlar, kendilerine ait hafızaları ve arka planlarıyla cinsiyetlendiriliyor. Mekânlar toplumsal olanı yansıtırken, aynı zamanda toplumsal alanı etkiler, değiştirir ve dönüştürürler: “Mekânsal olanın değişebilmesi, büyük ölçüde mekânsal olmayanın değişmesiyle ilişkilidir. Dönüşmesi gereken binlerce yıllık ataerkil gelenektir” (Alkan, 1999, s. 4). Fakat Lefebvre’e (1991) göre toplumsal mekânlar “çelişki mekânları” içerir. Yani mekân, egemen mekânsal kurguların dışında toplumsal kesimlerin gündelik pratikleriyle yeniden üretilir ve bu pratikler kimi zaman egemen mekânsal kurgularla çatışabilir. Bu durumda kadınların egemen mekân normlarıyla çelişen düşünce ve hareketleri, toplumsal cinsiyet normları ve toplumsal cinsiyete dayalı mekânsal ayrışma üzerinde yıkıcı etki yaratabilir. Böyle bir yaklaşımla kadınları “iktidarın etkisi altındaki pasif aktörler veya kaybedenler olarak tasavvur etmek yerine, belirli açılardan gücü ve kazanımları olan, ama belirli açılardan da zorluklar yaşayan kişiler ve toplumsal gruplar olarak görebiliriz” (Şentürk, 2014). Değişim ve dönüşüm gücünün kendimizde olduğunu hissettiğimizde, zaman zaman benim de içerisine düştüğüm umutsuzluk ve çaresizliği alt edebiliriz.

Kaynakça

Alkan, A. (1999). “Toplumsal Cinsiyet ve Kent Planlaması.” SBF Dergisi, 54(4), 1-29.

Alkan, A. (2005). Yerel Yönetimler ve Cinsiyet: Kadınların Kentte Görünmez Varlığı. Ankara: Dipnot Yayınları.

Alkan, H. (2011). “Bir Aile Mekânında Cinsiyet, Cinsellik ve Güvenlik.” Neoliberalizm ve Mahremiyet: Türkiye’de Beden, Sağlık ve Cinsellik içinde, 226-243. İstanbul: Metis Yayınları.

Ehrenreich, B. ve English, D. (1978). “Child Question.” For Her Own Good: 150 Years of the Experts’ Advice to Women. Garden City, NY: Anchor Press.

Harvey, D. (2013). Asi Şehirler, İng. çev. A. D. Temiz. İstanbul: Metis Yayınları.

Lefebvre, H. (1991). The Production of Space. Londra: Blackwell Publishing.

Lordoğlu, C. (2018). İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak. İstanbul: İletişim Yayınları.

Massey, D. (1994). Space, Place and Gender. Cambridge: Polity Press.

Simmel, G. (1903). The Metropolis and Mental LifeStimuli.

Şentürk, Y. (2014) “İstanbul, Kent Çalışmaları ve Unutulan Emek.” A. Bartu Candan ve C.

Özbay (Der.). Yeni İstanbul Çalışmaları: Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar içinde, 133-165. İstanbul: Metis Yayınları.

Türkiye İstatistik Kurumu. (2018). İşgücü İstatistikleri. Erişim: http://www.tuik.gov.tr/HbPrint.do?id=27688