Fotoğraf: Birce Altın

Adaletsizlik Perspektifinden Yargılama:

Toplumsal Cinsiyet Ön Yargıları ve Klişeleri Bağlamında İstanbul Sözleşmesi

Gülriz Uygur

Adaletsizlik perspektifini bir durumu, eylemi ya da işlemi adaletsiz kılan özelliklerden hareket ederek ortaya koymak veya belirlemek olarak tanımlıyorum. Bu bağlamda perspektif, her tekil durumdan hareket ederek, o durumun biricikliğinde onu adaletsiz kılan şartları belirlemekle ilgilidir. Bir durumu adaletsiz kılan şartlar, o durumla ilgili sosyal, ekonomik ve siyasal koşullar çerçevesinde belirlenir. Yargılamayla ilgili adaletsizlik perspektifi yargılamayı adaletsiz kılan koşulların belirlenmesi ve adaletsizliği sürdürecek veya derinleştirecek hususların görülmesiyle ilgilidir. Bu görmenin ardından yapılacak şey, adaletsizliği sürdürmeyi engelleyici şekilde davranmak ve o durumu engelleyici nitelikte eylem ve işlemde bulunmaktır.

Adaletsizlik perspektifini tanımlarken, adaletsizliği görmenin zor olduğuna ilişkin savımdan hareket ediyorum. Adaletsizliği görmenin zor olmasının nedenlerinden başlıcası da ön yargılar ve klişelerdir.[1] Zira ön yargılar, bir şeyin ne olduğunu açıkça görmemizi ve bilmemizi engeller. Bu bağlamda ön yargılar ayrımcılığa ve hak ihlaline de yol açar. Dolayısıyla ön yargılar adaletsizliğe yol açan nedenler arasında yer alır. Yargılamayla ilgisinde de yargılama adaletsizliğine yol açarlar. Yargılamayı adaletsiz kılan ön yargılar arasında toplumsal cinsiyet ön yargıları gelir. Toplumsal cinsiyet ön yargılarının yargılamayı adaletsiz kılmaları, cinsiyet bakımından ayrımcılık yapılmasıyla ve hak ihlallerine yol açmasıyla ilgilidir. Örneğin ön yargılara dayalı olarak verilen yargı kararları, toplumsal cinsiyet bakımından mevcut olan eşitsizliği hukuken de meşrulaştırır. Yine bu ön yargılara dayanan savunmalar da benzer şekilde toplumda mevcut olan eşitsizlikleri daha da derinleştirir ve mahkeme salonlarında yapıldığı için de adeta onları meşrulaştırır. Bu tür savunmalar karşısında durmak zordur. Savunma hakkı veya diğer ilgili haklar ileri sürülerek bu tür savunmaların genel kabul görmesi sağlanır. Bu durumda soyut haklar arkasına gizlenmiş adaletsizlik karşımıza çıkar.

Adaletsizlik perspektifinden toplumsal cinsiyet ön yargılarının farkında olmak, toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde hareket etmeyi gerektirir. Bu yaklaşım çerçevesinde adaletsizliğe yol açan güç yapılarını tanımak, ilişkilerin ön yargılar çerçevesinde nasıl şekillendiğini belirlemek, cinsiyet temelinde tanınan ve tanınmayan grupların ve bireylerin farkında olmak gerekir. Bu tür tanınma veya tanınmamaya yol açan şeylerle ilgili olarak da toplumsal cinsiyet ön yargılarının üzerinde durulmalıdır. Diğer yandan toplumsal cinsiyet ayırt edilmiş bir kavram olarak değil, aksine ırk, yoksulluk, etnik köken, engellilik, yaş gibi ayrımcılık doğuran nedenlerle ilişkisinde ortaya konmaya çalışılmalıdır. Heteronormatif yaklaşımın, yani kadın ve erkek arasındaki ikiliğe dayalı olarak problemin ele alınmasının eksikliklerinin farkında olmak gerekir. Bunun dışında kadın ve erkek de homojen bir grup olarak ele alınmamalıdır. Kadınlar arasında ve erkekler arasında mevcut olan farklılıklar da önemlidir (Gordon, 2019, s. 9). Bu anlamda erkeklik çalışmalarının ve hegemonik erkekliğin de farkında olmak gerekir. Toplumsal cinsiyet ön yargıları genellikle kadınlık ve erkekliğe yüklenen ataerkil değer yargıları çerçevesinde şekillenir. LGTBİ+ bireyler genellikle tanınma kapsamı dışında bırakılır veya tanınma kapsamı altına alınmış gözükseler de ayrı bir başlık altında değerlendirilerek, bu bireylerle ilgili daha farklı bir tür toplumsal cinsiyet ön yargısı inşa edilir.

Öte yandan ön yargı (prejudice) ve klişe (stereotype) terimleri birbirinin yerine kullanılır görünmekte olsa da aralarında fark vardır. Ön yargılar daha çok klişelere dayalı olarak oluşturulur. Bu şekilde bir tanım çerçevesinde toplumsal cinsiyet ön yargısı, toplumsal cinsiyete dayalı olarak bireylerin veya grupların avantajlı veya avantajsız olmasına yol açan eşitsizlik veya toplumsal cinsiyet klişelerine dayalı önyargılaşmış düşünceler ve/veya tutumlar şeklinde belirtilmektedir (Gordon, 2019, s. 9). Bu düşünceler çerçevesinde kadınlar, erkekler ve kız veya oğlan çocuklarına yönelik rol modelleri (iyi aile babası, iyi eş gibi) belirlenir. Toplumsal cinsiyet ön yargıları diğer ön yargılarla birleşir, sadece kadınlar ve erkeklerle ilgili olanları değil, LGTBİ+ bireylere karşı olanları da içerir.[2]

Toplumsal cinsiyet klişesi veya kalıp yargılar (stereotype) ve toplumsal cinsiyet klişeleştirmesi (stereotyping) ön yargılarla ilişkilidir. Zararlı klişeler ve ön yargılar insan haklarının önündeki en büyük engellerden biridir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin (OHCHR) Gender Stereotyping as a Human Rights Violation başlıklı raporunda çok haklı olarak belirtildiği gibi, henüz bu tür klişelerin insan haklarını engellediğinin farkında olduğumuzu söylemek mümkün değildir (OHCHR, 2013, s. 8). Oysa CEDAW’dan (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi) itibaren ayrımcılığı ortadan kaldırmanın başlıca yolunun ön yargılarla mücadele etmek olduğu belirtilmektedir. Ancak bu konudaki farkındalık, raporda da belirtildiği gibi henüz söz konusu değildir. Bu farkındalığın olmayışı, ön yargıların insan hakları ihlaline yol açan ayrımcılık nedenleri olarak tanınmamasıyla ilgilidir. Benzer şekilde bu tanınmama, ön yargıların Anayasa’nın eşitlik ilkesine veya yargılamanın tarafsız olması gerekliliğine de aykırı görülmemesiyle ilgilidir. Bu bağlamda ortaya çıkan temel sorun, ön yargıların farkında olmama hâlidir.

Oysa hepimiz ön yargılara sahip varlıklarız. Ön yargılar zaman içinde değişir veya değişmez. Ön yargılardan kurtulmak diye de bir şey yoktur. Çünkü ön yargıların sayısı sonsuzdur. Birinden kurtulduğunuzda diğeri başlar. Bütün ön yargılar da karşımıza olumsuz olarak çıkmaz. Dolayısıyla buradaki problem yukarıda belirtilen türde, yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdüren ve derinleştiren ön yargıların farkında olmak ve bu tür ön yargılarla mücadele etmektir.

Yargılamada, özellikle ön yargılara bilgi muamelesi yapıldığında, adaletsizlik söz konusu olmaktadır. Toplumsal cinsiyet konuları da bilgi konusu yapılmadıkları veya görülmedikleri ya da önemsiz sayıldıkları için, toplumsal cinsiyetle ilgili ön yargıların yargılamada yer alması çok daha kolaydır. Bu şekilde, bilgisel adaletsizlikle yargılamada karşılaşılır. Bilgisel adaletsizliğin bir türü olan tanıklığa ilişkin adaletsizlikte, bu tür ön yargı ve klişelerin altında kalan bireylerin seslerini yargılamada duyuramamaları ortaya konur. Örneğin ön yargıların hüküm sürdüğü bir yargılamada, iyi kadın veya iyi anne rolüne uygun olmayan bir kadının veya LGTBİ+ bir bireyin sesini duyuramaması ve güvenilir tanık sıfatında değerlendirilmemesi çok fazla olasıdır.[3]

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, hak ihlallerinin ve ayrımcılıkların başlıca nedenlerinden biri bu tür ön yargılar ve klişeler olduğu için bunlarla mücadele etmek devletlerin pozitif ödevi kapsamındadır. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla mücadele etmekle ilgili devletlere pozitif ödev getirerek yargılamanın adaletsizliğini gidermeye yönelik olarak önemli hükümler içerir. Sözleşme’de klişeler ve ön yargılarla mücadele etmek devletlere ödev olarak yüklendiği gibi, bu hususta neler yapılması gerektiği de belirtilmektedir.

Sözleşme’de toplumsal cinsiyet ön yargısı ve klişeleri terim olarak iki maddede belirtilmektedir. Ancak bu, Sözleşme’nin diğer maddelerinin bu tür ön yargılarla mücadeleyi içermediği anlamına gelmemektedir. Esasen Sözleşme’nin bütününde, bu tür bir mücadele gerekliliği devletlerin pozitif ödevi kapsamındadır. Bu yükümlük aşağıda belirtilecek olan 12. maddede kendini göstermektedir. Bu genel yükümlülük de Sözleşme’nin toplumsal cinsiyet ön yargı ve klişelerinin farkındalığı ve bunlarla mücadele üzerine kurulduğunu göstermektedir. Elbette Sözleşme’de diğer ayrımcılık nedenlerinin de farkındalığı söz konusudur. Bu nedenle sadece toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla mücadele etmeyi Sözleşme’yle sınırlandırmak doğru değildir. Bu yazıda ileri sürülen husus, Sözleşme’nin temelinin toplumsal cinsiyet ayrımcılığına yol açan nedenlerin farkındalığına dayandığını toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla ilişkisinde göstermektir.

Öncelikle toplumsal cinsiyet ön yargıları ve klişeleriyle mücadele etmekle ilgili genel madde olarak Sözleşme’de 12. madde karşımıza çıkmaktadır. 12. maddenin 1. fıkrasında Sözleşme’nin devletlere verdiği kadına karşı şiddeti ve ev içi şiddeti önleme ödevi çerçevesinde toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla mücadele edilmesi gerekliliği şu şekilde belirtilmektedir:

Madde 12/1 – Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.

Bu önleme tedbirlerinin, toplumun tüm kurumları gibi yargı kurumunda da yer alması zorunludur. Dolayısıyla 12. madde gereğince yargının örgütlenmesinden başlayıp soruşturma, yargılama ve yargı kararlarına kadar toplumsal cinsiyete dair ön yargı ve klişelerin yargıda olmaması gerekmektedir. Bu anlamda 12. madde, yargılamadaki adaletsizlikle mücadele etmenin, temel ve genel maddesi özelliğini taşımaktadır.

12.maddeyle ilgisinde yargılamaya hâkim olması gereken anlayışı belirtmesi bakımından da İstanbul Sözleşmesi önemli hükümler içermektedir. Sözleşme’nin 18. maddesinin 3. bendi şiddete uğrayanı korumaya yer verirken, sağlanacak hizmetlerde ve tedbirlerde toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışına dayanılacağını ve şiddete uğrayanın insan haklarına odaklanılacağını belirtmektedir. Bunun dışında aynı bentte şiddete uğrayanın ikincil mağduriyete uğramasından kaçınılacağı ve kadınların güçlenmesine yer verileceğine ilişkin hükümler yer almaktadır. Bu anlamda 18. madde, yargılamada toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla mücadelenin başlıca araçlarını zorunlu kılmaktadır.

18.maddeye benzer şekilde Sözleşme’nin 49. maddesi de 2. bendinde, yargılamada ceza soruşturması ve usulüyle ilgili temel insan haklarına uygun bir biçimde ve toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet eylemi anlayışıyla hareket edileceğini belirterek, ceza yargılaması bakımından toplumsal cinsiyet ön yargılarına izin vermeyen bir yargılamayı gerektirmektedir. Bunun dışında Sözleşme’nin 4. maddesinde ayrımcılık nedenleri arasında cinsel yönelime ve toplumsal cinsiyet kimliğine yer verilmesi, LGTBİ+ bireylere yönelik toplumsal cinsiyet ön yargılarını önlemek bakımından önemlidir.

Sözleşme’de, yargılamada toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla genel mücadele etme yükümlülüğüne ilişkin bu hükümler yanında, daha özel nitelikte mücadele araçları getiren hükümler de yer almaktadır. Bunlardan başlıcası Sözleşme’nin 14. maddesi olup mücadele aracı olarak eğitimi gündeme getirmektedir.

Madde 14/1 – Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.

Bu madde yargılamayla ilgili olarak düşünüldüğünde, yargısal aktörlerin eylem ve davranışlarının toplumsal cinsiyet ön yargılarına yer vermeyecek şekilde değiştirilmesini gerektirmektedir. Bu bağlamda yapılacak en önemli iş, yine Sözleşme’den hareketle, yargısal aktörlerin eğitiminde toplumsal cinsiyet ön yargıları farkındalığına yer vermektir. Bu bağlamda Sözleşme’nin 15. maddesinde yer alan uzmanların eğitiminin hangi konuları kapsayacağını 12. maddeyle birlikte düşünmek gerekmektedir.

Madde 15/1 – Taraflar, bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eylemlerinin mağdurları veya mağduriyete neden olanlar üzerinde çalışan ilgili profesyonel kadroların, söz konusu şiddet olaylarının önlenmesi ve tespit edilmesi, kadın erkek eşitliği, mağdurların ihtiyaçları ve haklarının yanı sıra, ikincil mağduriyetin önlenmesi konularında uygun bir şekilde eğitimini sağlayacak veya bu eğitimi güçlendireceklerdir.

Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu’nun (GREVIO) Türkiye raporunda da 15. maddedeki bu eğitimde “profesyonel kadroların direncini ele almasının ve kadına yönelik şiddeti önleme ve mücadelenin öncü kavramı olarak toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerine ve sonucunda ortaya çıkan cinsiyetçi kalıp yargıları çözme ihtiyacına dayanmasının sağlanması” (GREVIO, 2018, s. 102) gerekliliği belirtilmektedir. Raporda, Sözleşme’nin 16. maddesinde yer alan önleyici müdahale programlarıyla ilgili de “bu tür programları idare eden personelin şiddetin toplumsal cinsiyet açısından anlaşılmasını ve cinsiyetçi kalıp yargıları çözümleme ihtiyacını içeren yeterli eğitimi almalarının sağlanması” (GREVIO, 2018, s. 102) ifadesi yer almaktadır.

Sözleşme’de, yargılamada yer alan aktörlerin bu tür toplumsal cinsiyet ön yargılarının farkındalığına ilişkin eğitim almasının yanı sıra, toplumsal cinsiyet ön yargılarının yol açtığı hukuk ve ceza yargılamasına ilişkin adaletsizlikleri giderme yolları da yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle, yargılamada toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla başlıca mücadele aracı olarak eğitimin yanında, diğer mücadele araçlarının neler olabileceği de yer almaktadır. Bu yazıda diğer mücadele araçları GREVIO raporu çerçevesinde ortaya konmaktadır.

Ceza yargılamasında özellikle cinsel suçlarla ilgili klişeler ve mitler söz konusudur. Sözleşme’nin 36. maddesi cinsel şiddetle ilgili olup, GREVİO raporunda da bu tür şiddet olaylarında toplumsal cinsiyet klişelerine göre hareket edilmemesi gerekliliği vurgulanmaktadır (GREVIO, 2018, s. 67). 36. maddenin 2. bendinde yer alan “rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir” hükmü de cinsel ilişkide rızaya dair klişelerle mücadele etmek açısından önem taşımaktadır.

Sözleşme’nin 54. maddesi hukuk ve ceza davalarında mağdurun cinsel geçmişinin kullanılmamasıyla ilgili bir hüküm içermektedir:

Taraflar herhangi bir hukuk veya ceza davasında mağdurun cinsel geçmişi ve davranışıyla ilgili var olan kanıtlara yalnızca davayla ilgili ve gerekliyse izin verilmesini temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer önlemleri alacaktır.

GREVIO raporunda bu hükmün “mağdura yönelik zarar verici kalıp yargıları ebedileştirme ile mücadele etmek amacıyla” (GREVIO, 2018, s. 88) ilgili olduğu belirtilerek önemi vurgulanmaktadır. Dolayısıyla 54. madde bu bağlamda, toplumsal cinsiyet ön yargılarını ebedileştirmeye karşı mücadele maddesi olarak düşünülmelidir.

Bir diğer yargılama da toplumsal cinsiyet ön yargılarını ebedileştirmeye karşı mücadele maddesi Sözleşme’nin 42/1. maddesidir:

Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.

42.madde de son derece önemlidir. Zira ceza yargılamasında ceza indirimiyle ilgili bu tür nedenlere yer verilmesi söz konusu olmakta ve bu durum da şiddetin meşrulaştırılmasına yol açmaktadır. Benzer şekilde GREVIO raporunda da “kadına yönelik şiddet vakalarında takdire bağlı hafifletme yaygınlığının, aslında cinsiyetçi ön yargıyı ve mahkemelerin mağduru suçlayıcı tutumlarını yansıtabileceğinden endişe” (GREVIO, 2018, s. 75) duyulduğu belirtilmektedir.

Sonuç olarak buraya kadar belirtilenler İstanbul Sözleşmesi’nin yargılamada toplumsal cinsiyet ön yargıları ve klişeleriyle mücadele araçlarını sağladığını belirtmesi bakımından önem taşımaktadır. Elbette belirtilenler dışında daha farklı maddeleri de toplumsal cinsiyet ön yargılarıyla mücadele araçları olarak görmek mümkündür. Bu yazıda Sözleşme’deki belli başlı mücadele araçları belirtilmiştir. Bu maddeler toplumsal cinsiyet ön yargılarına dair farkındalığın zorunlu kılındığını gösterdiği gibi, bu tür ön yargıların adaletsizliğin başlıca temeli olduklarını da göstermektedir. Bu bağlamda ilk başlangıçta anlamını belirlediğim yargılamada adaletsizlik perspektifinden hareket etmek, bu tür ön yargıların hak ihlallerine yol açtıklarını sapmak ve ardından bunlarla mücadele araçlarını geliştirmek demektir. Diğer bir ifadeyle ortaya koyduğum adaletsizlik perspektifi toplumsal cinsiyet ön yargılarının farkındalığını gerektirir. Bu anlamda da İstanbul Sözleşmesi’nin önemli olduğunun altını çizmekteyim. Elbette İstanbul Sözleşmesi sadece toplumsal cinsiyet ön yargıları bakımından değil, getirdiği ilkeler ve kurumların politikaları ve önleme, koruma ve kovuşturmayla ilgili kuralları bakımından da yargılamadaki adaletsizliği gidermek bakımından da önemlidir. Bu kısa yazıda bütün bunların birbiriyle ilişkide olduğunu göstererek, toplumsal cinsiyet ön yargıları ve klişeleriyle mücadele etmeden diğerlerinin de hayata geçmesinin mümkün olmadığını göstermeye çalıştım. Bu tür göstermeyi mümkün kıldığı ve toplumsal cinsiyet ön yargılarının farkındalığını gerektirdiği ve yargılamadaki toplumsal cinsiyet bakımından adaletsizliği önleyici hükümler içermesi bakımından İstanbul Sözleşmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak demek, toplumsal cinsiyet ön yargıları ve klişeleriyle mücadele etmek demektir.

 

Kaynakça

Uygur, G. (2020). Hukukta adaletsizliği görmek, 3. Baskı. Ankara: TFK Yayını.

Gordon, E. (2019). “Justice and gender,” Gender and security toolkit içinde. Geneva: DCAF, OSCE/ODIHR, UN Women. https://www.osce.org/files/f/documents/8/9/442525.pdf Son erişim tarihi: 28.08.2020.

OHCHR. (Ekim 2013). Gender stereotyping as a human rights violation. https://www.right-to-education.org/sites/right-to-education.org/files/resource-attachments/OHCHR_Gender_Stereotyping_as_HR_Violation_2013_en.pdf Son erişim tarihi: 05.07.2020.

GREVIO. (Ekim 2018). Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)’nin hükümlerinin hayata geçirilmesini sağlayan yasal ve diğer tedbirlere ilişkin GREVIO Değerlendirme Raporu Türkiye. https://www.ailevecalisma.gov.tr/media/3825/grevio-rapor-turkce-5bd99d7dbb799.pdf Son erişim tarihi: 7.10.2020.

[1] Adaletsizliği görmenin neden zor olduğuna ilişkin ayrıntılı açıklamam için bkz. Uygur, 2020.

[2] Burada kastedilen zararlı klişelerdir. Gordon’a göre zararlı toplumsal cinsiyet klişeleri, kadın ve erkeklerin kendi yeteneklerini geliştirmeyi, kariyerlerini sürdürmeyi, yaşamları ve planları hakkında seçim yapmayı engelleyen, onlara yüklenen roller veya özelliklere dair genelleştirilen yargılardır. Yanlış toplumsal cinsiyet klişelendirilmesi ise insan hakları veya temel özgürlüklerin ihlaliyle sonuçlanan, bir kadın veya erkeğin sadece kadın veya erkek sınıfına mensup olması nedeniyle ona yüklenen rol veya özelliklerle ilgilidir. Bkz. Gordon, 2019, s. 9.

[3] Bilgisel adaletsizlik kavramı Miranda Fricker tarafından geliştirilmiştir. Bu adaletsizliğin hukuka uygulanmasına ilişkin görüşüm için bkz. Gülriz Uygur, 2020.