Avrupa Birliği Feminist Bir Aktör Olabilir mi?

Rahime Süleymanoğlu-Kürüm ve Melis Cin

Eylül 2020’de Palgrave Macmillan’ın “Gender and Politics” (Cinsiyet ve Politika) serisinden çıkan Feminist Framing of Europeanization: Gender Equality Policies in Türkiye and the EU (Feminist Bir Çerçeveden Avrupalılaşma: Türkiye ve AB’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları) adlı kitabımızda, hem Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki hem de Türkiye’deki toplumsal cinsiyet politikalarına feminist bir eleştiri getirerek AB’nin feminist bir oyun kurucu olup olamayacağını tartışmaya açtık. Sivil toplum, feminist hareket, siyasal temsil, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme, kadın liderliği, eğitim ve göç alanlarında AB uyum sürecinde yürürlüğe giren politikaları feminist felsefe çerçevesinde irdelerken hem Türkiye’nin hem de AB’nin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik süreçlerini ve bu süreçlerin yarattığı sonuçları da derinlemesine analiz ettik. On dört feminist akademisyenin katkı sunduğu bu çalışma, aslında toplumsal cinsiyet eşitliği (gender equality) ve adaletini (gender justice) sağlama fikrinin hem Türkiye hem de AB için çok araçsal bir zemine oturtulduğunu net bir şekilde ortaya koydu.

AB’nin üye, aday ve potansiyel aday ülkelerin iç işlerinde ve hukuki yapılarında oluşturduğu değişim süreci Avrupalılaşma olarak adlandırılmaktadır (Soyaltin-Collella ve Süleymanoğlu-Kürüm, 2020). Birçok politika alanının yanında, 1957 Roma Anlaşması’nın 119. maddesinde benimsenen kadın ve erkek için eşit işe eşit ücret prensibi. 1970’lerde benimsenen ayrımcılık yasağı ve eşit davranma direktifleri ile cinsiyet eşitliği politikalarının hukuki alt yapısını oluşturmuştur. 1995 Beijing Eylem Platformu arifesinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin AB içinde ve dışında yaygınlaştırılması, AB kimliği inşasının önemli bir parçası olarak tanımlanmıştır (Kunz ve Maisenbacher, 2017). Bu çerçevede AB, üye ülkelerin istihdam politikalarında (Zartaloudis, 2011; Zartahoudis, 2015), iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması pratiklerinde (Eräranta ve Kantola, 2016) ve post-komünist ülkelerde cinsiyet eşitliğine yönelik yasaların çıkarılmasında (Anderson, 2006; Chiva, 2009; Avdeyeva, 2015) etkili olmuştur. Ancak bu etkinin ne derece sürdürülebilir olduğu tartışmaya açık bir konudur.

Nitekim, Avrupa Parlamentosu Vatandaşlık Hakları ve Anayasa İşleri Politika Dairesinin 2018 yılında yayımlanan raporu da altı AB ülkesinde (Avusturya, Macaristan, Polonya, İtalya, Romanya ve Slovakya) toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında AB üyeliğinin elde edilmesinden sonra gerileme olduğunu vurgulamaktadır (Avrupa Parlamentosu, 2018). Bu rapor, AB üyeliğinin ve Avrupalılaşma çerçevesinde sıklıkla vurgulanan tam üyelik ödülünün toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik reform ve politikaları sürdürülebilir kılmadığını gözler önüne sermektedir. Tam üyelik elde edildikten sonra cinsiyet eşitliğine yönelik reformların terk edilmesi, yasal çerçevedeki düzenlemelerin ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koymakta ve AB’ye uyum sağlamanın kriterlerini yerine getirmek için toplumsal tabana yayılmayan, tepeden inme politikaların cinsiyet eşitliği için olumsuz sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir. Bunun en temel sebebi ise AB’nin feminist bir gündemden uzak olması ve kadın kalkınması sorunsalını kadınlara ve erkeklere eşit haklar vermeye indirgemesi, eşit hakların ne ölçüde eşit katılımı teşvik edeceğini göz ardı etmesidir. Kitabın üçüncü bölümünde Anagnostakis’in ortaya koyduğu analiz de, AB’nin bu tür bir gündemden uzak olduğunu ve cinsiyet eşitliğine de ekonomik kalkınma ve güvenlik çıkarları çerçevesinde baktığını ortaya koymaktadır. Ortak üyelik başvurusunun yapıldığı 1959 yılına uzanan ve inişli çıkışlı ilişkilerle süren Türkiye örneği, AB’nin yoksun olduğu bu feminist gündemin ne tür ve ne ölçüde cinsiyet eşitliğini beraberinde getirdiğini analiz etmek için önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu nedenle kitapta Türkiye örneği üzerinden AB’nin toplumsal cinsiyet eşitliğini yaygınlaştırmadaki etkisi ve sınırlılığı tartışılmaktadır.

AB Toplumsal Cinsiyet Politikalarının Feminist Kuramsal Eleştirisi

Kitapta kuramsal açıdan öncelikle toplumsal cinsiyet kavramının daha önce de belirttiğimiz gibi (López-Fogués ve Cin, 2018) politik, sosyal, kültürel yapılardan ve tarihsel bağlamlardan bağımsız değerlendirilemeyeceğini ve bunlarla ancak ilişkisel bir şekilde ele alınırsa daha iyi anlaşılabileceğini vurguluyoruz. Bu açıdan da toplumsal cinsiyet konusunda sadece kadın ve erkek farklılığına ya da eşitliğine odaklanan ve iki cins arasındaki “cinsiyet eşitliği” farkını kapatmaya yönelik politikaları yetersiz buluyoruz. Örneğin, Cin ve Karlidağ-Dennis’in kitabın on birinci bölümünde belirttiği gibi, AB tarafından sıklıkla dile getirilen kız ve erkek çocukları arasındaki okullaşma farkının kapatılması, müfredat ve sistemde cinsiyetçi ve dışlayıcı yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak pratik ve içerikler ortadan kaldırılmadığı sürece sadece araçsal bir eşitliğe hizmet edecektir.

İkincil olarak ise kitap, çağdaş dönem feminist filozoflardan Martha Nussbaum’un 1998 Ekonomi Nobel ödüllü Amartya Sen’in insan refahına dayalı geliştirdiği “yapılabilirlik yaklaşımı” (capabilities approach) kuramında sorduğu “Neyin eşitliği?” (“Equality of what?”) sorusuna getirdiği feminist yaklaşımdan hareketle, eşit haklar ile eşit sonuçları birbirinden ayırmakta; toplumdaki ve kurumlardaki ataerkil cinsiyetçi norm ve yapılar dönüştürülmeden bu kurumlara kadınları entegre etmenin adalet temelli toplumsal cinsiyet eşitliğini oluşturmada yetersiz kalacağının altını çizmektedir. Bu tür retorik, bir şekilde kadına ve erkeğe eşit hak tanımanın ötesine gitmez. Tanınan bu eşit hakları kadınların hangi koşullar altında kullanabileceğini dikkate almayan, feminist gündemden yoksun bir şekilde gerçekleştirilen yasal reformların uzun vadede cinsiyet eşitliğine katkı sunması mümkün değildir. Mine Afacan-Fındıklı, Duygu Acar Erdur ve Ayfer Ustabaş’ın kitabın onuncu bölümünde belirttiği gibi, kadınlara yönelik istihdam imkânları ya da iş yerlerindeki liderlik politikaları kadınlara atfedilen görünmeyen ev içi ücretsiz emekten bağımsız düşünüldüğü sürece, kadınların erkekler gibi bu haklardan tam anlamıyla yararlanıp onlarla eşit çıktılara sahip olmasını sağlayamamaktadır.

Amacımız, Avrupalılaşma sürecine yönelik feminist bir eleştiri geliştirirken insan hakları yaklaşımını tamamlayan, sonuçların eşitliğine, fırsatlara ve pozitif ve negatif özgürlüklere dayanan bir cinsiyet eşitliği anlayışı ortaya koymaktır. Fakat, kitapta incelediğimiz farklı alandaki toplumsal cinsiyet politikaları aslında bize eşit haklar ve eşit fırsatların cinsiyet eşitliği sağlamada yetersiz olduğunu gösteriyor. Bunun şüphesiz en büyük nedeni ise Pateman’ın (1998) da ifade ettiği gibi kadınların demokrasilerde her zaman erkeklerle eşit paydaşlar olarak görülmemesidir. Ayrıca, insan hakları kavramına dayalı politikaların ya da düzenlemelerin ne ölçüde toplumun en alt kesiminde yer alan kadınların rızasına dayalı bir şekilde üretildiği ya da onların ekonomik, politik ya da sosyal kırılganlıklarını ortadan kaldıracak, farklılıklarını gözetecek şekilde oluşturulduğu eleştirisi de (O’Neill, 2005) eşit hak kavramının hiyerarşik ve üstten bir şekilde toplumsal cinsiyet politikalarına indirildiğini göstermektedir. Örneğin Fransa’daki siyahi kadınların eşit hak kavramından ne derecede faydalanabildiği ya da eşit hak gözeten politikalarda ne ölçüde beyaz Fransız kadınlar kadar söz sahibi olabildiği, aslında insan hakları kavramlarının daha derinden düşünülmesi gerektiğinin altını çizmektedir.

Bu nedenle AB’nin direktiflerinde ve Avrupalılaşma sürecinde benimsenen “haklar” söyleminin, özellikle kadınlar ve kız çocukları için temel özgürlüklere ve fırsatların gelişmesine odaklanan daha kapsamlı bir cinsiyet eşitliği diliyle dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu tür bir dönüşüm, insan onurunu baz alan bir yaklaşımla sadece nicel göstergelere dayanmayıp nitel göstergelere odaklanmayı, politika çıktıları ve işgücü piyasası fırsatlarından en fazla kimlerin yararlandığını, hem kamusal hem de özel alanda kadınları ikinci sınıf vatandaş kategorisine sokan sosyal, kültürel, politik ve ekonomik süreçlerin nasıl ortadan kaldırılabileceğini sorgulamayı gerektirmektedir. Bu nedenle Avrupalılaşma analizinde sadece AB yasalarının kabul edilmesini sınırlı bir gösterge olarak değerlendiriyoruz.

Feminist Bir Politika Nasıl Olmalıdır? Türkiye Örneğinden Edinilen Bulgular

Türk siyasi elitleri için toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik reformlar hem içerdeki feminist hareket hem de Türkiye’nin Batı dünyasına dahil olmasının bir göstergesi olarak algılandığı için önemlidir. Buna rağmen Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki Avrupalılaşma oldukça seçici kalmış, yapılan reformların uygulanmasında aksaklıklar ve zaman zaman gerilemeler yaşanmıştır. AB’nin koşulluluk politikası kapsamında fayda-maliyet analizine dayanan yasal düzenlemeler yoluyla cinsiyet eşitliğini teşvik etme stratejisi yumuşak hukuk tedbirleriyle (proje finansmanı, hedefler ve kotalar belirleme ve araştırma ve veri toplamaya yönelik önlemler) desteklenmiştir. Dimitris Anagnostakis’e göre (üçüncü bölüm), bu geniş mekanizmalara rağmen AB’nin kadınları ekonomik büyüme ve kalkınmanın aktörleri olarak görmesi ve AB kurumlarındaki yerleşik bürokratik ve cinsiyetçi zihniyet, AB’nin etkisini zayıflatmaktadır. Neoliberal politikalara odaklanmak, kadın sivil toplum örgütlerinin bakış açılarını dikkate almayı ve AB kurumlarının cinsiyetçi yapılarını sorgulamayı engellemektedir. Benzer şekilde Büke Boşnak da (beşinci bölüm) AB’nin toplumsal cinsiyet eşitliği stratejisi etrafında finanse edilen projelerin ekonomik kalkınma, insan hakları ve demokrasinin teşviki gibi daha genel amaçlar etrafında araçsallaştırıldığını ve feminist bakış açısının AB nezdinde yürütülen eylem ve faaliyetlerde mevcut olmadığını ortaya koymuştur. Kitaptaki bu iki değerli katkı AB’nin kadınların ve kız çocuklarının yaşamlarında dönüştürücü bir etki doğurmakta yetersiz kalacağını peşinen kuramsallaştırmıştır.

Kitaba katkı sağlayan bölüm yazarları Türkiye’nin toplumsal cinsiyet politikalarındaki “seçici” Avrupalılaşma sonucunun ortaya çıkmasında iki önemli nedene işaret etmektedir. Birincisi, kadınların herhangi bir politika alanına dahil edilmesi her zaman bir eşitlik yaratmamaktadır. Aksine bu tür temsiller erkekler ve kadınlar arasındaki güç ilişkilerinde kendini gösterdiği için cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirmektedir. Burcu Taşkın (yedinci bölüm) kadının siyasal temsiline odaklandığı bölümünde, parti disiplini ve siyasal kutuplaşmayı işaret ederek bu faktörlerin kadın milletvekilleri arasında bile kadının çıkarlarının etkin temsilini engellediğini savunmaktadır. Bu çalışma, bahşedilen temsile rağmen, güçlü parti disiplininin kadın milletvekillerini parti saflarına yakın daha güçlü grupların önerilerini kabul etmeye teşvik ettiğini ve kadınların sayısal olarak en fazla oldukları dönemde dahi kadınlar için çalışmadığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla daha az güçlü, ötekileştirilmiş kadınların temsili retorik düzeyde kalmış ve çıkarları, onları temsil edenler tarafından duyulmamıştır. Benzer menfaat anlayışı ve temsil konusu, AB’nin dış göç yönetimi politikalarında da kendini göstermektedir. Ezel Tabur, AB-Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasının, mültecilerin dışsallaştırılması motivasyonu güderken cinsiyetle ilgili kaygıları göz ardı ettiğini ve kırılgan kadın mültecilerin hem AB hem de Türkiye’deki siyasi elitler tarafından biçilmiş kadere maruz bırakıldığını ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Mine Afacan Fındıklı ve arkadaşlarının birlikte kaleme aldığı bölüm de (onuncu bölüm) en etkin düzenlenen politika alanı olmasına rağmen, istihdam piyasasının günlük işleyişinde kadınların temsilinin yetersiz olduğunu ortaya koymuş ve kadın yöneticilerle yapılan derinlemesine görüşmelere dayanarak cinsiyetçi normların kurumlarda kadınların önüne cinsel taciz, mesleki cinsiyet ayrımı, iş-aile yaşamı dengesizliği, cam tavan sendromu, ücret eşitsizliği gibi pek çok konuda çıktığını göstermiştir. Bu durum AB’nin ayrımcılık yasağı, eşit ücret ve eşit muameleye ilişkin çıkarılan yasalarının büyük ölçüde uygulanmadığını ortaya koymaktadır. Bu ampirik katkılar cinsiyetçi güç ilişkilerinin, kurumlara ve bu kurumlardaki karar verme ve politika oluşturma süreçlerine gömülü olduğunu ve kadınların temsilini sınırlandırdığını ortaya koymakta; cinsiyete dayalı güç dengesizliklerine dokunulmadığı sürece, temsilin, Avrupalılaşma gündemine yalnızca sözde hizmet ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla, AB’nin cinsiyet eşitliği stratejilerinde dikkate alınan ve AB içinde ve ötesinde teşvik edilen kadın temsili konusu, kadınların etkili katılımını ve temsilini engelleyen cinsiyetçiliğe (ve diğer tabiiyetçi ırkçılık veya heteroseksizme) karşı hareket etmek yerine, daha fazla kadının tokenist bir şekilde eklenmesiyle veya kadın nüfuslu alanlar yaratılmasıyla sınırlıdır.

İkincil olarak ise, ampirik analizler tutarlı bir şekilde femokratların temel rolünü ortaya koymuş ve Avrupalılaşmanın temelde bu aktörlerin ve ağların etkisiyle gerçekleştiğini göstermiştir. Bu aktörler feminist hedefler doğrultusunda hareket eden sivil toplum kuruluşları, bürokratlar, siyasetçiler, feminist akademisyenler ve uzmanlardır (Woodward, 2004; Guerrina ve Wright, 2016: 298). Bu aktörlerin kendi aralarında ve siyasi elitlerle olan etkileşimleri, kadınların çıkarlarının politika süreçlerine eklemlenmesinde ve sağcı hükümetlerin kadınları kısıtlayan kararlarına ve cinsiyet eşitliği ilkeleriyle çatışan uygulamalara karşı direnişte etkili olmuştur (Holli, 2008). Kitaba sunulan ampirik katkılarda femokratların Türkiye’deki toplumsal cinsiyet politikalarının Avrupalılaşmasında sağlanan başarılarda önemli rol oynadığının altı çizilmiştir. Bu durum Avrupalılaşma gündemindeki fayda-maliyet analizine dayalı koşulluluk mekanizmasında vurgulanan ve siyasi partiler, bürokrasiler ve sivil toplum kuruluşlarını AB’nin taleplerine karşı veto oyuncuları olarak konumlandıran yaklaşımın eksikliklerini ortaya koymaktadır. Nitekim, Şeren Kurular’ın (dokuzuncu bölüm) Tekirdağ Süleymanpaşa Belediyesinin toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme üzerine çalışması da, bu grupların toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeyi yerel yönetimlere entegre etmede kilit rol oynadığını göstermiştir. Benzer şekilde, kadına yönelik şiddetle mücadelede feminist hareket ve femokratların önemli rol oynadıkları Özdemir Sarıgil (sekizinci bölüm) ve Elif Uzgören (altıncı bölüm) tarafından kaleme alınan analizlerde de ortaya çıkmıştır.

Tüm bu kuramsal tartışmalar ve bulgular çerçevesinde, en başta sorduğumuz AB’nin feminist bir aktör olup olamayacağı tartışmasına geri dönersek, AB’nin kendi üye ülkelerindeki gerilemesi ve feminist gündeme araçsal yaklaşımı, kendi güvenirliği ve üye olmayan ülkelerin politikalarını etkilemesi açısından çok sağlam bir zemin sunmamaktadır. AB’nin tam anlamıyla feminist bir oyun kurucu olarak değerlendirilmesinden ziyade toplumsal cinsiyet eşitliği fikri konusunda farkındalık yaratan bir aktör olarak tanımlanması daha doğru olacaktır. AB kendi içindeki cinsiyetçi kurumların dönüştürülmesi ve cinsiyetçilikten arındırılmalarını sağlayacak bir alt yapı oluşturmadığı, kapsamlı ve hesap verilebilirliğe dayanan bağlayıcı bir toplumsal cinsiyet anlayışı ve politikası geliştirmediği sürece kadınların erkeklerle aynı hak ve özgürlük alanlarını rahatça kullanabilecekleri bir Avrupa inşa etme fikri mümkün olmayacaktır. Nitekim, Türkiye örneğinde incelenen toplumsal cinsiyet politika alanlarının her birinde yasal düzenlemelere rağmen kadınların sahip oldukları hakların yeterince farkında olmadıkları ve bu hakları kullanmaktan yoksun oldukları ortaya çıkmıştır.

 

 

Kaynakça

Anderson, L. (2006). European Union gender regulations in the East: The Czech and Polish accession process. East European Politics and Societies, 20, 101-125.

Avdeyeva, O. A. (2015). Defending Women’s Rights in Europe: Gender Equality and EU Enlargement. New York: SUNY Press.

Avrupa Parlamentosu. (2018). Backlash in gender equality and women’s and girls’ rights, Policy Department for Citizens’ Rights and Constitutional Affairs, Directorate General for Internal Policies of the Union, PE 604.955.- June 2018, https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/STUD/2018/604955/IPOL_STU(2018)604955_EN.pdf.

Chiva, C. (2009). The limits of Europeanisation: EU accession and gender equality in Bulgaria and Romania. Perspectives on European Politics and Society, 10(2), 195-209.

Eräranta, K. ve Kantola, J. (2016). The Europeanization of Nordic gender equality: A Foucauldian analysis of reconciling work and family in Finland. Gender, Work and Organization, 23(4), 415-430.

Guerrina, R. ve Wright, K.  A. (2016). Gendering normative power Europe: Lessons of the women, peace and security agenda. International Affairs, 92(2), 293–312.

Holli, A. M. (2008). Feminist triangles: A conceptual analysis. Representations, 44(2), 169-185.

Kunz, R. ve Maisenbacher, J. (2017). Women in the neighbourhood: Reinstating the European Union’s civilising mission on the back of gender equality promotion?. European Journal of International Relations23(1), 122-144.

López-Fogués, A. ve Cin, F. M. (Ed.). (2018). Youth, gender and the capabilities approach to development: Rethinking opportunities and agency from a human development perspective. Routledge.

Nussbaum, M. (2000). Women and human development: The capabilities approach. Cambridge: Cambridge University Press.

O’Neill, O. (2005). The dark side of human rights. International affairs, 81(2), 427-439.

Pateman, C. (1988). The sexual contract. Polity Press.

Sen, A. (1999). Development as freedom. Oxford: Oxford University Press.

Soyaltin-Collella, D. ve Süleymanoğlu-Kürüm, R. (2020). Enlargement strategy of the EU: A framework for analysis for the (De)Europeanisation in Türkiye. Feminist framing of Europeanization: Gender equality policies in Türkiye and the EU içinde (ss. 19-40). Palgrave Macmillan.

Woodward, A. (2004). Building velvet triangles: Gender and informal governance. T. Christiansen ve S. Piattoni (Ed.), Informal governance in the European Union içinde (ss. 76–93). Londra: Edward Elgar

Zartaloudis, S. (2011). When soft law overshadows other European resources: Portuguese reconciliation policies and usages of Europe. European Journal of Social Security, 13(1), 106-124.

Zartaloudis, S. (2015). Money, empowerment and neglect: The Europeanization of gender equality promotion in Greek and Portuguese employment policies. Social Policy & Administration, 49, 530-547.