Feminizmin Gelişim Serüveni: Dalga Yerine Kuşak Diyelim mi?

Aylin Görgün Baran

 

Feminizm alanındaki literatür, Orta Çağ’dan günümüze önemli bir gelişme göstererek geniş bir birikim sağlamıştır. Kadın bakışı ve duruşuyla başlayan bu akım giderek birçok sosyal çevreyi etkilediği için bir difüzyon etkisiyle merkezden çevreye doğru, Batı’dan diğer ülke ve kıtalara yayılan dalgalar biçiminde kendini göstermiştir. Kadın hareketinin felsefesi ve dönemsel oluşumlarıyla bağlantılı olan bu düşünümsellik ve dönüşümsellik, kadın hakları bakımından birbirini takip eden dönemlerin gelişim serüvenini bize anlatmaktadır. Feminizmin tarihini “dalga” metaforuyla açıklayanları eleştirenler, bu terimin, Batı’nın inşası ve dili üzerinden bir hegemonya kurulduğu ve feminist tarihin birikimli bir kültür oluşturduğunun görmezden gelindiği izlenimini verdiği için yetersiz kaldığı görüşünü ileri sürmektedirler. Dalga terimini eleştirenler bunun yerine kuşak terimini kullanmayı yeğlemektedir. Kuşak terimi bir topluluğun yaşam dünyasına ilişkin sosyokültürel içerikler taşıması, kültürün gelecek kuşaklara aktarılması ve sosyal bilimleri ihtiva etmesi bakımından önemli görülmektedir. Bu metinde her iki terimin kullanımının nedenlerini açıklamaya, 21. yüzyıla gelinceye kadarki gelişmelerinden söz ederek feminizmin birikimli bir kültür olarak aktarımı üzerinden konuya bakmaya ve Jennifer Baumgardner (2011), Munro Ealasaid (2013), Subira Wahogo ve Ron Roberts’ın (2009) yayınlarından kesitler vererek değerlendirme yapmaya çalışacağım.

 

Dalga-kuşak ikilemi çerçevesinde konuya değinen Jennifer Baumgardner (2011) makalesine şöyle başlıyor: Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) genellikle birinci dalga feminizm olarak adlandırılan dalganın bir parçası olanlar aslında bu durumu “birinci dalga” olarak tanımlamamıştır. Bu tanımlama daha çok 1960’lar ve 1970’lerde Amerikan kadınlarının meydana getirdiği ikinci bir aktivizm rüzgârından sonra geçmişe dönük olarak kadınlara oy hakkı tanınmasını savunanlar için kullanılmıştır. Bu konuda gazeteci Martha Lear, The New York Times Sunday Magazine için kadınların özgürleşme hareketi hakkında yazdığı 1968 tarihli makalesinde “ikinci dalga feminizm” terimini kullanmıştır. Dönemin aktivist feministleri kendilerini bu hareketin bir parçası olarak görmüş ve “feminist” terimiyle bir bağ kurmuşlardır.

 

1980’lerin ekonomik krizinin yarattığı etkilerden sonra orta yaş üzeri kadınlar kendi yararlarına olan kadın haklarına ilgi göstermiş ve bu alanda aktif olmuşlardır. Baumgardner (2011), 1990 yılında Rebecca Walker’ın, bu neslin (“üçüncü dalga”nın) tamamen postfeminist olarak tanımlanan feministlerden oluşmaması nedeniyle (The New York Times Sunday Magazine makalesinde kullanılan ifadeden dolayı) “üçüncü dalga” terimini kullandığını ifade etmektedir. Walker’ın kullandığı üçüncü dalga terimi ise çeşitli ortak olgulara vurgu yapması bakımından genç akademisyenler, aktivistler, feministler ve Baumgardner tarafından beğenilmiştir. Baumgardner (2011) bu terimi kullanırken terimin daha önce meydana gelen aktivist hareketle hem bağlantılı hem de ondan farklı olduğunu ve halen bu düşüncede olduğunu belirtmiştir.

 

Dalgalar terimini kullanma konusunda farklı fikirlere sahip feministlerin olduğuna değinen Baumgardner (2011), feminizmin içerisinde birçoklarının dalgalar kavramını oldukça kusurlu ve sıkıntılı bulduğunu vurgular. Baumgardner, Roxanne Dunbar-Ortiz’in, ilk “dalga” terimini kullanan Martha Lear’ın kim olduğunu bilmediğini ancak tarih dışı ve politik açıdan statükocu bir yaklaşıma sahip olduğunu ileri sürdüğünü söyler. Böylece dalga metaforunun bilimsel yazın hayatına bir gazeteci tarafından girmesi ve bunun dönemin feministlerince sorgulanmaması, dalga teriminin kullanımının yaygınlaşarak alışkanlık haline gelmesine yol açmıştır. Kadın hareketinde dalga metaforu engelleri aşmak, mücadele etmek anlamlarına gelse bile artık günümüzde entelektüel bir çaba olarak da feminizmin kalıcılığını sağlamak adına yeni terimlerin inşasına gereksinim duyulmuştur. Baumgardner’a (2011) göre dalgalar bütünlüğü hızla bozar ve birbirine girer, tıpkı okyanus dalgaları gibi bir durum söz konusu olur, dolayısıyla kendinden öncekine göre bir duruşu simgeleştirdiği için açıklayıcı olmaktadır. Baumgardner’ın (2011) makalesinde, Ednie Kaeh Garrison’ın bu metaforu okyanus dalgaları yerine radyo dalgalarına benzeterek kullandığı, feminizmin amacının her dalgayla birlikte biraz daha büyümek ve hareketi Seneca Falls Konvansiyonu ile ABD toprakları üzerinde ilk kadın hakları sözleşmesi için 1848 yılında bir araya gelen küçük kadın grubu hareketinden daha ileri taşımak olduğunu yazdığı belirtilmektedir.

 

Öte yandan Garrison (akt. Baumgardner, 2011), dalgaların tarihsel kültürel momente bağlı olduğuna ancak yaşa bağlı bir feminist hareketi tanımlamadığına inanmaktadır. Bu konuda şöyle demektedir: “Üçüncü dalga” terimi tarihsel bir özgünlüğe işaret etmektedir ve tıpkı ikinci dalganın “ikinci”si gibi kuşaksal olarak çocukların basit bir şekilde bir araya gelmesi demek değildir; “üçüncü”nün belli bir kuşağı tanımladığını otomatik olarak kabul ettiğimiz zaman feministler ve daha özelde üçüncü dalga feministler olarak görülen üst üste birikmiş çeşitli toplulukların varlığını ve katkılarını yok ederiz. Kuşkusuz bu görüşü savunmak çok geçerli gözükmemekle birlikte, tarihsel süreçte açıklayıcı olduğu tezini de göz ardı etmemek gerekir. Yazar burada kuşağı yalnızca yaşla sınırlayarak açıklama yapmıştır. Kastettiği bir kuşak içinde çeşitli yaşlardan feministler olduğu için kuşak terimi yerine dalga teriminin kullanılmasını önermiştir. Baumgardner (2011), ilk önce bu yol haritasını anlamak gerekir, diyerek doğrudan “dalga” terimi üzerinde durmak yerine bu kullanımın geçerli olduğunu söyler. Onun bu fikri Munro’nun (2013) açıklamalarıyla örtüşmekte ve dalgalar üzerinden feminizmin serüvenini dile getirerek bu kullanımın geçerliliğini onaylamaktadır. Baumgardner, Munro’dan farklı olarak “sıfır dalga feminizm”den de söz eder. Bunun için bu metinde “sıfır dalga feminizm”i de dikkate alarak, kısaca feminizmin gelişim serüvenine dalga terimi üzerinden değineceğim ama hemen yanına kuşak terimini ekleyerek neden kuşak teriminin kullanılmasını önerdiğime ilişkin açıklık getireceğim.

 

Sıfır Dalga/Kuşak Feminizmi

Bugün Birleşik Devletler olarak anılan ülkede, Seneca Falls “kadınların özgürleşmesi” hareketinin 1848 yılındaki gösterisinden beş yüzyıl önce, Iroquois ve Cherokee kabilesinde yaşayan kadınlar/anneler kimin şef olacağına karar vermiş ve savaş stratejisi belirlemiştir. Kız ve oğlan çocuklarına eşit eğitim hakkı tanınmış, doğum ve çocuklar kadınların kontrolüne bırakılmıştır. O dönemde büyüyen yaklaşık beş yüz yerli Amerikan kabilesi eşitlikçi topluma bir örnek olduğu ve Cristopher Columbus’un kazara bu kıtayı keşfi dolayımıyla bu durumun bozulduğu söylenmektedir (Baumgardner, 2011). Bilemiyorum ama belki “sıfır dalga” terimini de yeniden kodlamak, yorumlamak gerekecek. Çünkü kadın mücadelesinin kökenini bulmak ve kesinliğine karar vermek pek de mümkün gözükmüyor! Şimdilik bunu başka bir çalışmanın konusu olarak düşündüğümü belirtmekle yetineyim.

 

Avrupa’da 1405 yılında Parisli bilim insanı Christine de Pisan, Fransa’da The Book of the City of Ladies (Hanımların Şehrinin Kitabı) adlı kitabını yayınlamıştır. Tarih boyunca kadınların Fransa’da ataerkillikle karşı karşıya kaldığını ve kadınların tamamen insan olarak kabul edilme ve muamele görme hak ve isteklerini dile getirmiştir; yani hırslı, entelektüel, cesur kapasitelerinin tanınmasını istemiştir. 1792 yılında Britanya’da Mary Wollstonecraft kadınların entelektüel açıdan erkeklerden daha düşük seviyede olmadığını, ancak eğitim olanaklarına ve diğer kaynaklara erişemedikleri için gelişimlerinin eksik kaldığını anlatan feminist çalışması Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı eserini yayınlamıştır (akt. Baumgardner, 2011). Böylece birinci dalga feminizmi imleyen olaylardan beş yüzyıl önce kadının gücünü ortaya koyan olaylar sıfır dalga feminizm olarak adlandırılmıştır. Feminizmin kökleri sayılan bu çalışmalar günümüze kadar kültürel aktarımlarla gelmiştir. Bugün feministler aktarılan bu bilgi ve deneyimlere bir kültür olarak sahip çıkmakta ve sonraki kuşaklara taşımaktadır. O halde sosyokültürel anlamda kuşak kavramının anlamının belirginlik kazandığına ve kavramı bu çerçevede kullanmak gerektiğine dair ilk adım atılmıştır diyebilirim.

 

Birinci Dalga/Kuşak Feminizm: Birinci dalga/kuşak feminizmin yaklaşık olarak 1840-1920 yıllarını kapsadığına işaret edilmektedir. Baumgardner’ın (2011) belirttiğine göre, çağdaş feminist hareket artık hem daha görünür hem de daha çeşitli olduğu için feminizmin ilk dalgalarına gösterilen ilgi canlanmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda siyaset felsefesi açısından demokrasinin özgürlük ve eşitlik fikrinin benimsenmesi, kadınlara kendi haklarını görece özgürce savunma ortamı yaratmıştır. Birinci dalga/kuşak doğrudan kadının eğitim alma, oy kullanma, iş yaşamına katılma gibi haklarını edinme konusundaki mücadeleyi başlatmak ve özellikle oy kullanma hakkına (süfrajet hareketi) erişmek bakımından kazanımlar elde etmiştir. Bu açıdan Baumgardner (2011), birinci dalganın tek bir amacı olsa bunu vatandaşlık hakkı olarak niteleyebilirdik, der. Çünkü demokrasilerde vatandaş olmanın en önemli sembolü oy kullanma hakkıdır. Bu bağlamda birinci dalga feminizm, kadınların hem siyasi katılım anlamında oy haklarını hem de eğitim, çalışma haklarını kazanmasında kendi dönemi içinde radikal sayılan bir açılım sunmuştur.

 

İkinci Dalga/Kuşak Feminizm: Yaklaşık olarak 1960-1988 arasında, tek bir “kadın” kategorisinden ayrılan birçok alanı dikkate almadan, kadınları homojen bir grup olarak değerlendirmiştir. bell hooks’un Aint I a Woman: Black Women and Feminism (Ben Kadın Değil Miyim: Siyah Kadınlar ve Feminizm) adlı çığır açıcı eseri siyah kadınların feminist hareket içinde görmezden gelinmesine dikkat çekmiştir. Bunun hareket içinde ırkçılığı ve sınıfa dayalı ayrımcılığı güçlendirdiğini ve bundan sadece kadınların zarar gördüğünü iddia etmiştir. hooks’un kitabı çoklu feminizme bir bakış olduğu için üçüncü dalga/kuşak feminizmin gelişiminde merkezi bir rol oynamıştır. Bu dönemin (aslında liberal olan) radikal feministleri herkesin yararına olacak bir devrime inanmışlardır. Liberal feministler kariyer yapma, bıktırıcı ev işlerinden kurtulma ve üreme özelliklerinden dolayı tutsak olarak görülmeyi reddetme dâhil kadınların erkeklerle aynı olanak ve fırsatlara erişmeleri ve erkeklerin ev içi sorumlulukları paylaşmaları için mücadele etmişlerdir. 1980’lerin ortasına gelindiğinde, kadınları kapsayıcı ortak değerleri ve yaşantıları olan bir sınıf olarak gören anlayış derinden parçalanmıştır. Siyah kadınlar, engelli kadınlar, Latin kadınlar, lezbiyenler, biseksüel kadınlar ve diğerleri hareket içerisindeki egemen ideolojiyi eleştirmeye başlamış ve bu da bir gerilim yaratarak farklı feminist teorilerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu dönem feministler, sevgili tecavüzü, aile içi istismar ve yasadışı kürtaj gibi “yaşam” diye tanımlanan barbarlıklar için dil ve kaynak oluşturmuştur. Bu konuda Barbara Smith ve Alexis De Veaux’nun da içinde bulunduğu siyah feminist lezbiyen bir grup olan Combahee River Collective, “iç içe geçmiş baskılar” teorisini geliştirmiştir (Baumgardner, 2011). Bu kuşağın en büyük katkısı homojen, tek bir kadın olgusu yerine farklı ve çoklu kadınlık durumlarını ön plana çıkarmanın kapılarını açmış olmasıdır.

 

Üçüncü Dalga/Kuşak Feminizm: Yaklaşık olarak 1988-2010 yıllarını kapsadığı ifade edilmektedir. Baumgardner’ın (2011) belirttiğine göre, üçüncü dalga büyük bir kültürel değişimin yaşanmasıyla ortaya çıkmıştır. 1980’lerin sonuna gelindiğinde, feminist hareketin kazanımları, teorileri, kusurları ve geri tepmeleriyle ayağa kalkan bir grup kadın ve erkek rüştünü ispatlamaya başlamıştır. Bu bireysel kadın veya erkekler kendilerini tanımlayan feministler tarafından desteklensin veya desteklenmesin –veya kendilerini feminist olarak tanımlasınlar veya tanımlamasınlar– feminist yaşamlar sürmüşlerdir: Kadınlar spor yapıyor, maratonda koşuyor, cinsel yaşamlarının sorumluluğunu alıyor; daha fazla sayıda kadın eğitim görüyor, işyerini yönetiyor ve evin dışında çalışıyordu. Bilinçli bir biçimde feministler 1980’ler döneminde kendi teorilerinin mimarı olmuştur. Kimberlé Crenshaw’ın “kesişimsellik” tanımlaması Combahee River Collective çalışmasından esinlenmiş ve toplumsal cinsiyetin feminizmin başlıca giriş konularından birisi olması gerektiği düşüncesini ilerletmiştir. Aynı zamanda üçüncü kuşak feminizm teorisi akademik araştırmalardan da etkilenmiştir. Eşcinsel teori, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelimi akışkan bir kategori olarak nitelendirmiştir. Fakat bu teoriler, kurumsallaşmış olan “kadın-erkek” hiyerarşik anlayışının haritasına kolaylıkla yerleştirilememiştir. Baumgardner’ın belirttiği üzere (2011), Moore ve Burchill’in kızgınlıklarının gösterdiği gibi feminist aktivizm içerisinde trans insanların daha fazla görünür olmaya başlaması özellikle radikal feminist harekette ayrımcılığın yükselmesine neden olsa da, biseksüel ve trans kimliklerin giderek daha fazla anlaşılması üçüncü dalga feminizmi şekillendirmiştir. Daha geniş manada, üçüncü dalga feminizm, ikinci dalga feminizmin “kişisel olan politiktir” anlayışının aksine bireysel özgürleşmeye odaklandığı için eleştirilmektedir. Üçüncü dalganın mikropolitik alanlara odaklanması 20. yüzyılın sonlarında bireyselleşmeye dönüşürken, bazıları bunun apolitikleşme olduğunu ve bu nedenle kadın hareketinin etkileme gücünü kaybettiğini iddia etmiştir (Baumgardner, 2011). Ancak bu iddianın geçersiz olduğu yolunda görüşler bulunmakla birlikte feminist teorilerin giderek çeşitlenmesi, erkeklik çalışmaları, queer çalışmaları, LGBTİQ+ ve profeminist hareketler devreye girince düşünce çeşitliliği bir anlamda nasıl ittifaka dönüşebilir soruları gündeme gelmiştir.

 

Dördüncü Dalga/Kuşak Feminizm: Baumgardner (2011), yaklaşık 2010 yılında başlayan ve günümüze uzanan bir süreci imlediği görüşündedir. Birçok yorumcu internetin üçüncü dalgadan dördüncü dalgaya dönüşü sağladığını iddia etmektedir. İnternetin bir “çağrı” kültürü yarattığı ve böylelikle cinsiyet ayrımcılığı veya kadın düşmanlığına karşı bir “çağrı” hatta girişim olduğu kesindir. Bu kültür mikropolitikaya odaklandığı ve retorik, reklamlar, filmler, televizyon, edebiyat, medya vb. ile her gün karşımıza çıkan cinsiyet ayrımcılığı ve kadın düşmanlığına meydan okuduğu için üçüncü dalganın sorunsal olarak gördüğü konuların etkisinin devam ettiğini göstermektedir. Böylelikle internetin bu kadar yaygın olarak kullanılmasının yeni bir çağ açmaya yetmeyeceğini söyleyenler dördüncü dalga feministlere karşı çıkmaktadır. Ancak internetin, onu hem tartışma hem de aktivizm için kullanan feministlerin küresel bir topluluk oluşturmasını kolaylaştırdığı da açıktır. Çevrimiçi dergi veya şarkı yerine genç feministler bloglar kurmuş, Twitter kampanyaları düzenlemiş, Racialicious ve Feministing gibi çevrimiçi medyalar oluşturmuş veya Jezebel ve Salon Broadsheet için yazmıştır. Haberlerde yorum yapmış, nerede alışveriş yapılacağına dair bilgi de içeren büyük moda ilanları asmış ve kürtaj olduklarına ilişkin tweet atmışlardır. 1990’larda beyaz olmayan kadınların ortaya attığı “üreme hakkı” terimi genç feministlerin tercih ettiği bir terim olmuştur. Transgenderizm, erkek feministler, seks işçiliği ve medyadaki karmaşık ilişkiler dördüncü dalga feminizmi karakterize etmiştir (Baumgardner, 2011). 2017 yılında cinsel saldırı ve tacizi sosyal medya üzerinden protesto eden #MeToo hareketi, günümüzde kadın düşmanlığına son vermenin ve her türlü ayrımcılığa karşı çıkmanın mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Bugün tacizin ifşası için Türkiye’de başlatılan oluşum, #MeToo hareketinin etkisini ortaya koymaktadır. Ancak küresel güçlerin güdümündeki pazar ekonomisi eşitsizliklerin çoğalmasına, insan hakkı ihlallerinin artmasına ve sosyal adalet ilkesinden uzaklaşılmasına neden olduğundan tüm bu dertlerden muzdarip olanları giderek ortaklıklar geliştirme yollarını aramaya itmiştir. O halde, bu dördüncü kuşak bize ne önermektedir? Dördüncü kuşak feminizm günümüzde kadınların kurtuluş mücadelesinin en kapsayıcı şeklidir. Hareket tüm sistematik baskı türlerinin birbirine bağlı olduğu önermesini dikkate alarak toplumsal adalet aktivizmiyle yakından bağlantılıdır. Böylelikle cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele, ırkçılığa, sınıfçılığa, engellilere karşı ayrımcılığa, bedeninden utanç duymaya, heteroseksizme ve yaş ayrımcılığına son verme mücadeleleriyle el ele yürümektedir. Birçok feminist için baskıya karşı mücadelenin birleştirilmesi fikri çekirdek bir inancı oluşturmaktadır; böylelikle bu insanlar, kendilerini toplumsal adalet aktivistleri olarak tanımlayabileceklerdir (Wahogo ve Roberts, 2009; Munro, 2013). Dolayısıyla bu mücadele toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve haksızlıklara karşı bir direniş hareketi olarak yorumlanabilir. Bana göre, küresel çapta yeni bir anlayışla uygulanan eğlence içerikli protestolar dikkate alındığında dördüncü kuşağın politik içerikli bir direnç hareketi olduğu söylenebilir ve bireyselleşmenin politik duruştan uzaklaşmak anlamına gelmediği ifade edilebilir. Bu bağlamda dördüncü kuşağın internet üzerinden sosyal medya mecralarında yer alması hem politikaları hem de feminizmi dönüştürmektedir.

 

Baumgardner’ın (2011) belirttiğine göre, tarihçi Louise Bernikow’un LİSTSERV’in hâkim olduğu ikinci dalga hakkında yazdığı gibi “Dalgalar metaforunun az çok hoşuma giden özelliklerinden biri de dalgaların geri çekilmesi, güç toplaması ve daha güçlü gelmesidir, öyle değil mi?”. Martha Lear’ın ikinci dalga terimine içerleyen profesör Roxanne Dunbar-Ortiz, daha güçlü bir metafor üreterek buna “tsunami” diye cevap vermiştir. Feminizmi tsunami olarak imlemek tüm cinsel çeşitliliğin önünü kesen ya da engelleyen kalıpların, normların yok edilmesi bakımından anlamlı gelmektedir. Kadın hareketinin doğası gereği çelişki ve çatışmaları simgelemesi ve kadının gücünü göstermesi açısından da tsunami hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına işaret etmektedir (Baumgardner, 2011). Ne yazık ki tsunami de her şeyi yok etme anlayışını taşımakta ve kadın hareketinin güçlü tarihini devam ettirecek olan kültür birikimini dışlar gözükmektedir. Kazanımların kolay elde edilmediğini gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız. Sil baştan bir yaklaşım ve anlayışla yeniden harekete geçmek için geçmişi bilmek, feminist geleneği yaşatmak ve ilerletmek gerek.

 

Şimdi neden kuşak teriminin kullanılması gerektiğine daha açık bir yanıt verebilirim. Öncelikle dalga metaforunun bende bıraktığı izlenim sanki bir dalganın bitip diğerinin başladığı mesajını veriyor olmasıdır. Baumgardner’ın da belki farkında olmadan, özellikle dördüncü dalganın dönüştürücü etkisi olduğunu kabul ettiği ve dalga terimini kullanmayı yeğlediği anlaşılmaktadır. Oysa birbiri içinden doğan bu oluşumu en iyi açıklayan terimin kuşak olduğu kanaatindeyim. Kuşak, yaş kadar dönemsel koşullara damgasını vuran olay ve olgularla da ilgilidir. Aynı zamanda feminizm alanında sözlü ve yazılı kültürün aktarımını ve paylaşımını da içermektedir. Feminizm bir kültürdür; kadın hareketinin tarihselliğine ilişkin yazılı metinleri, sözlü norm ve değerleri, ritüelleri, söylemi içinde barındıran bir kültürdür. Bu kültürün dönüşümünü sağlayan feminist gelenek ile yeni diye tabir edilen oluşumlar arasında köprü oluşturan kültürel bağın ihmal edilmemesi gerekmektedir. Zihnimize kodlanan dalga terimini kullanmaktan vazgeçmek zaman alacaktır. Değişimler birdenbire olmuyor. Dalga terimi feminizmi bugüne kadar taşımış olsa bile bugün bu terim feminizmi anlamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle dalga terimini kullanan aktivist ve akademisyenlere de haksızlık etmemek ve kadının hakları ve güçlenmesi konusundaki mücadelede vermiş oldukları katkıları inkâr etmemek gerekir. Bu açıdan dalga terimini kullanan feministleri de hoşgörüyle karşılıyorum. Ama artık kadın hareketinin kuşaktan kuşağa aktarıldığı ve bu kültürün ilelebet sürdürülebileceği anlamına gelen kuşak terimini sözel ve yazın alanına yerleştirmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.

Baumgardner (2011) yaş ve yaşıtlık/yaşdaş terimlerinin kuşak olarak kullanılmasını, bir kuşağın içinde farklı yaş grupları bulunduğunu ileri sürerek doğru bulmamaktadır. Ancak kuşak yalnızca yaşla sınırlı değildir. Kuşak, yaş kadar dönemsel koşullara damgasını vuran olay ve olgularla da ilgilidir. Aynı zamanda feminizm alanında sözlü ve yazılı kültürün aktarımını ve paylaşımını da içermektedir. Bu açıdan dalga ve kuşak kavramlarını birbirini dışlayan bir yaklaşımla ele almak yerine, içermeci bir yaklaşımla kavramların dönüşümselliğine vurgu yapmak gerekir. Feminist tarihin dalga üzerinden gelişimini kuşak boyutuna dönüştürdüğümüzde feminist harekete ilişkin tüm sosyal ve kültürel pratiklerin, bilgi ve deneyimlerin kuşaktan kuşağa aktarımının sosyolojik olduğu kadar antropolojik olduğu da görülür. Bir kültür aktarımı, kültür paylaşımı ve feminist kültürün öğrenilmesini içermesi bakımından kuşak teriminin sosyobilimsel bir anlamla yüklü olduğu söylenebilir. Öyle ki, feminizmin serüveni belli bir tarihsellik içermekte, kültürel miras ve kültürel bellek oluşturmaktadır. Bu yüzden feminist kültür gelecek kuşaklara feminist geleneğin taşınmasının, miras olarak paylaşılmasının, öğrenilmesinin ve değişimlerle birlikte tortulaşarak bir sonraki kuşağa aktarılmasının sürekliliğini ifade etmektedir. Feminizmin serüvenine ilişkin bu sürecin kültürel bellek haline gelmesine katkı sağladığı görülmektedir. Zira bugüne kadar gelen feminizme ilişkin kültürel birikim aynı zamanda kültürel belleğin de bir göstergesidir. Böylece feminist gelenek, kendimizi göreceğimiz bir ayna özelliğini taşımakta ve aktarılmış bir içeriğin kendiliğinden ve üretken bir biçimde özümsenmesi ve değişmesini ihtiva etmektedir. Böylece geçmiş ile şimdi arasında bir dolayımlılık ilişkisi kurmak anlamına gelmektedir. Bu anlamı dalga teriminin verdiği kanaatinde değilim. Ancak tarihsel süreçte feminizmin gelişimini imleyen dalga teriminin de engelleri aşma ve eril düzenle mücadele etme gücü verdiği için önemli olduğunu düşünüyorum. O halde bundan sonra sosyal bilimleri imlemesi ve kültüre vurgu yapması bakımından kuşak teriminin tüm feminist çalışmalarda ve tartışmalarda kullanılmasının daha anlamlı olacağını ileri sürmekteyim. İşin içine kültür girince kuşak teriminin geçmişin mirasını taşıdığı ve tarihselliği içinde ekonomi politikle de yakından ilişkili olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kuşak terimini kullanmaya özen göstermemiz gerekir.

Kaynakça

Baumgardner, J. (2011). F’em!: Goo Goo, Gaga and some thoughts on balls. Seal Press.

Munro, E. (2013). Feminism: A fourth wave? Political Insight, 4(2), ss. 22-25.

Wahogo, S. ve Roberts, R. (2009). The fourth wave of feminism: Protests and prospects. The Journal of Psychology, Counselling and Psychotherapy, 12(4), ss. 216-220.