Aile, Boşanma ve Yeniden Evlilikler Olgusuna Sosyolojik Bir Bakış: Sorunlar ve Tavsiyeler

Şebnem Köşer Akçapar ve Mine Egbatan

Boşanmanın hukuki bağlamda tanımı evliliğin yasal yollarla, Türk Medeni Kanunu çerçevesinde aile mahkemesi kararıyla sona erdirilmesidir. Türk Medeni Kanunu (s. 4721), boşanma nedenlerini altı başlıkta sınırlandırmıştır. Buna göre boşanmalar, 1) eşlerden birinin evlilik dışı cinsel ilişkisi ve aldatması (Madde 161); 2) hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış (Madde 162); 3) eşlerden birinin onur kırıcı suçlardan hüküm giymesi, onursuz bir hayat sürmesi (Madde 163); 4) eşlerden birinin evi terk etmesi (Madde 164); 5) eşlerden birinin ağır derecede ruh hastalığına sahip olması (Madde 165); 6) aşırı geçimsizlik (Madde 166) olarak sıralanmaktadır. Sosyolojik anlamda ise boşanma heteronormatif kalıplar içinde yasal, duygusal ve cinsel evlilik bağlarının son bulması olarak tanımlanabilir (Arıkan, 1992). Boşanma; sosyal, politik ve kültürel bakımlardan aile kurumuna atfedilen önem dolayısıyla bireysel bir konu olmaktan öte toplumsal bir konu olarak dikkat çekmektedir. Boşanma nedenleri kadar boşanmaların çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkileri de 1960’lardan beri sosyal bilimlerde geniş yer bulmaktadır (Amato ve James, 2010). Boşanmayla ilgili çalışmalar yeni bir alan olarak karşımıza çıkmamakla birlikte, boşanma, özellikle Türkiye’de son yıllarda üzerinde sıklıkla tartışılan bir konudur. Zira, çoğu zaman boşanmalar aile kurumunun sonu olarak algılanmakta ve bu konuda yapılan araştırmaların boşanmaları daha da normalleştirme riski taşıdığı düşünülmektedir (Gedik, 2015).

Türkiye’de boşanmayla ilgili istatistiki veriler 1932 yılına dayanmaktadır. Örneğin, Türkiye’de 1932-1942 yılları arasındaki boşanmaların %60’ı geçimsizlik, %21,1’i zina, %8,7’si terk, %0,5’i ruh hastalıkları dolayısıyla gerçekleşmiştir. %9,6’sı ise diğer boşanma nedenlerine dayanmaktadır (Tor, 1993). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2000’li yıllardan sonra yaşanan evlenme-boşanma eğrisine bakarsak 2001-2002 arası yukarı doğru hızlı bir ivme, 2002-2004 arası hızlı bir düşüş, 2004-2008 arası alt seviyede dalgalanmalar, 2008-2010 yılları arasında hem boşanma hem de evlenme istatistiklerinde hızlı bir artış görüyoruz. 2011-2013 arası paralel seyreden bu çizgi, 2013-2014 arası biraz yükselme, 2015-2016 arası da biraz düşüşle öne çıkıyor. 2017-2018 yılları arasındaki boşanma eğrisi yine biraz yükselmeye işaret ediyor. Bu yıllar arasında, her 100 evliliğe karşı 17,5 oranında boşanma görülmektedir.[1] Buna göre, boşanma sayılarında özellikle 2001, 2008 ve 2018 yıllarında gözlenen artışın ekonomik krizle ve erkek işsizlik oranıyla da ilişkilendirilebileceğini söylemek mümkündür.  Yine de bu rakamlar, Türkiye’de boşanma oranlarının oldukça arttığı yönünde bir çıkarıma götürmekten hayli uzaktır. Her halükârda Türkiye’de boşanmalar, OECD ülkelerinin oldukça gerisinde kalmaktadır.[2] En büyük üç şehir kapsamında baktığımızda ise, 2017 ve 2018 yılları arasında büyük değişimlerin söz konusu olmadığını görüyoruz. 2017 yılında en çok boşanmaların olduğu üç şehir İstanbul (n=28.175), İzmir (n=10.939) ve Ankara’dır (n=10.590). 2018 yılında, bu sıralama yine aynı kalmış; yalnızca sayılar bir miktar artmıştır. Buna göre, 2018 yılındaki boşanma sayıları üç büyük şehirde sırasıyla şu şekildedir: İstanbul (n=30.336), İzmir (n=11.994), Ankara (n=11.696).

Türkiye genelinde boşanma nedenlerini irdeleyen çeşitli araştırmalar mevcuttur. 2006 Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması’na göre, boşanmış erkeklerin %29’u, kadınların ise %21’i aldatmayı boşanmalarının ana nedeni olarak ifade etmektedir. 2011 yılında yürütülen Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması’nda (TAYA)[3] ve 2014 Türkiye’de Boşanma Nedenleri Araştırması’nda bireylere boşanma nedenleri sorulmuştur: 2011 TAYA Araştırması’nda  %27,3 ile en önemli boşanma nedeni olarak sorumsuz ve ilgisiz davranma ifade edilmiş; bunu sırasıyla ekonomik olarak geçimini sağlayamama (%12) ve aldatma (%11,7) izlemiştir. Kent ve kırsal alandaki boşanma farklılıklarının da irdelendiği bu çalışmada, dayak ve kötü muamele nedeniyle boşananların sayısının kentlerde daha yüksek olduğu da önemli bulgular arasındadır. Kentleşmeyle birlikte, aile içi şiddet konusunda özellikle son yıllarda kadınlar daha bilinçli hale gelmiştir. 2014’te yürütülen araştırmada ise ilk üç boşanma nedeninin aile bireylerinin evliliğe müdahalesi (%40), duygusal ilişkinin bitmesi (%38) ve aldatma (%35) olduğu görülmüştür. Bu kapsamlı araştırmanın sonuçlarına göre, boşanmalar aynı zamanda ekonomik sorunlar (%34), şiddet (%34), kötü alışkanlıkların varlığı (%31) ve yaşam tarzı (%25) sebebiyle de gerçekleşmektedir (Turğut, 2015).[4]

Bu alanda yapılan bir başka araştırma ise, TÜİK tarafından 2016 yılında tamamlanan Aile Yapısı Araştırması’dır.[5] Buna göre, en az bir kez boşanmış bireylerin boşanma nedenlerinin başında %50,9 ile sorumsuz ve ilgisiz davranma gelmektedir. Bu sebepleri, %30,2 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama ve %24,3 ile eşlerin ailelerine karşı saygısız davranması izlemektedir. %20,4 ise aldatmayı boşanma nedeni olarak göstermektedir. Bu araştırmada ilginç olan bir diğer konu ise, aile içi cinsel tacizin sadece %1,5 oranında görülmesidir. Aile içi cinsel taciz, ensest ilişki ve tecavüze dair farkındalığın gerek halen düşük olması gerekse bu konunun hâlâ kadın mağdurlar tarafından da tabu olarak “kabul edilmesi sebebiyle, kadın örgütleri kadar politika yapıcıların da, aile içi cinsel şiddet konusunda farkındalığın artırılmasına yönelik daha yoğun çalışmalar yapması gerekmektedir.

Her ne kadar yukarıda bahsi geçen araştırmalarda kullanılan örneklemler ve farklı sorularla yapılan anketler dolayısıyla devamlılık içeren istatistiki bilgilere ulaşmak zor olsa da, bu araştırmalardan da görüleceği gibi, evlilikler toplumumuzda sadece iki kişi arasında gerçekleşen bağ olmaktan ziyade, eşlerin ailelerinin de sorunlara ortak olduğu, hatta sorun çıkmasına yol açtığı; erkeklerin üzerindeki toplumsal baskının ve ekonomik sorunların aile içi şiddeti tetiklediği; yaşam tarzı değişikliği ya da homogami (benzer sosyoekonomik statüden gelen) dışı evliliklerin hüsranla sonuçlanabildiği gerçeğini ortaya sermektedir. Boşanma nedenleri ekonomik sorunlar; sosyokültürel yapı farklılıkları ya da yaşam biçiminin değişmesi; cinsel sorunlar; iletişim bozukluğu; aldatma; aile içi fiziksel, psikolojik ya da ekonomik şiddet; eşlerin birbirini ihmal etmesi, birbirlerine karşı sorumsuz davranışları; aile baskısıyla evlendirmeler olarak sıralansa da genelde bu sorunlardan bir kısmı birbirinin içine girmiştir. Örneğin, boşanmaya giden yolda aldatma bazı durumlarda tek bir sorun olarak gösterilse de evlilikte yalnızlık, ilgisizlik ve cinsel sorunlar, eşlerden birinin diğerini duygusal destekten mahrum bırakması, iletişimsizlik ve karşılıklı suçlamalar, küfür ve değersizleştirme, aşırı kıskançlık ve baskı, aile ve evle ilgili sorumlulukların yerine getirilmemesi, çocuklarla ilgilenilmemesi, geçim sıkıntısı, evlilikle ilgili beklentilerin gerçekle uyuşmaması gibi sorunlar bireyleri boşanma kararı almaya itebilmektedir.

TÜİK’in 2018 boşanma istatistiklerine baktığımızda ise şiddetli geçimsizliğin (n=139.481) %97,92 gibi bir oranla boşanmaların ilk gerekçesi olduğunu görüyoruz. Uzun süren çekişmeli boşanma yerine, anlaşmalı boşanma yolunu seçen çiftler için boşanma sürecini hızlandıran bir unsur da şiddetli geçimsizlik gerekçesidir. Geçimsizliği,  %0,11 oranıyla terk (n=161) ve %0,07 oranıyla zina (n=98) takip etmektedir. Bu veriler maalesef cinsiyete duyarlı olarak ayrışmadığından, kadın ve erkekler için hangi nedenin boşanmada daha belirleyici olduğuna dair bir analiz yapmayı da mümkün kılmaz. Ancak 2016 yılına ait Aile Yapısı Araştırması, kadın ve erkekler için boşanma nedenlerini ayrıştırmıştır. Buna göre, sorumsuz ve ilgisiz davranma kadınlar için %61,5 oranında, erkekler içinse %40,2 oranında en önemli boşanma nedeni olarak görülmektedir. Bunu kadınlar için %42,6 ile evin ekonomik geçimini sağlayamama ve %36,4 ile dayak/kötü muamele izlemektedir. Erkekler içinse en önemli boşanma nedenleri arasında %24,5 ile eşin ailesinin aile içi ilişkilere karışması ve %24 ile eşlerin ailelerine karşı saygısız davranması gelmektedir.

Çocuk sahibi olmak ile boşanma arasındaki ilişkiyi incelediğimizde de ilginç bir bulgu ortaya çıkmaktadır. Bu konuda TÜİK tarafından sağlanan tek veri anne ve babanın velayetine verilen çocuk sayısına göre boşanma sayılarıdır. Bundan hareketle, çocuk sahibi olmak boşanma engelleyici bir faktör olarak karşımıza çıkmamaktadır. Benzer şekilde, tek ebeveynli ailelerin de sayısında bir artış gözlenmektedir. Türkiye’de hane halkı tipleri açısından TÜİK tarafından hazırlanan verilere göre, 2018 yılında toplam hane sayısı 23.221.218’dir.[6] Bunların %8,95’ini (2.078.187) tek ebeveynli haneler oluşturmaktadır. Bu oran, 2017 yılında ise %8,5’tir. Tek ebeveynli aileler içerisinde ise, anne ve çocuklardan oluşan ailelerin sayısı (1.630.436), baba ve çocuklardan oluşan ailelerin sayısından (447.751) neredeyse dört kat daha fazladır. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle bakım emeğinin anneden beklenmesi dolayısıyla böylesine bir farkın olması şaşırtıcı değildir. Bu yüzden, ev dışında ücretli bir işte çalışmayan kadınlar için nafaka düzenlemesinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra, hem ev dışında gelir getiren bir işte çalışan hem de çalışmayan kadınlar için destekleyici sosyal politikaların ivedilikle oluşturulması önemlidir.

Boşanmaların evlilik süresiyle ilişkisine baktığımızda, 2018 yılında boşanmaların %37,6’sı evliliğin ilk 5 yılında, %20,4’ü 6 ila 10. yılları, %15’inin 11 ila 15. yılları arasında gerçekleştiğini görüyoruz. Bu oranlar, 2017 yılında sırasıyla %38,7, %20,7 ve %14,4 olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, iki yılın verilerini göz önüne aldığımızda, evlilik süresi arttıkça boşanma oranlarının düşme eğiliminde olduğu görülse de, 50 yaş ve üzeri çiftlerde özellikle çocukların eğitim, iş gibi nedenlerle evden ayrıldıkları dönemde boşanmalar gerçekleşmektedir. 2017 ve 2018 TÜİK verilerini karşılaştırdığımızda, özellikle 20 ve daha fazla yıl evli olan 50-54 yaş aralığına baktığımızda bu yaş aralığındaki kadın ve erkeklerde boşanmaların yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Bu oranlar, 2017 yılında kadınlar için %65,14 ve erkekler için %60,49 iken 2018 yılında kadınlar için %65,34 ve erkekler için %60,3’tür.

2018 yılı içinde, Türkiye’de ortalama evlilik yaşı kadınlar için 24,8, erkekler için ise 27,8 olmuştur. Evlilik yaşı ve boşanmalar arasındaki ilişkiyi ele aldığımızda, kadınların en çok 30-34 yaşları arasında (n=27.635), erkeklerin ise 35-39 yaşları arasında (n=28.384) boşandığını görüyoruz. Evlenme şekli ve boşanma oranları arasındaki ilişkiyi kısmen de olsa irdeleyen tek verinin 2006 ve 2011 Türkiye Aile Yapısı Araştırmaları’nın karşılaştırıldığı bir çalışmada yer aldığını görüyoruz. Buna göre, evliliklerine kendileri karar verip ailesinin de rızasını alan bireylerin %5’i boşanmışken görücü usulüyle ve kendi kararıyla evlenenlerde bu oran %12,2’ye çıkmaktadır. Görücü usulüyle ve kendi kararı dışında evlenenlerde ise boşanma oranı %4’tür (Çavlin, 2014: 201-202). Bu sonuçların sosyolojik olarak ayrıntılı bir bakış açısıyla irdelenmesi ve verilerin güncellenmesi gerekmektedir. Mesela, kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenen bireylerde boşanma oranının görece düşük olmasının sebebi sosyal çevrenin baskısı olabileceği gibi, aile rızası dışında kendi rızasıyla evlenenlerdeki düşük boşanma oranı özellikle geleneğe bağlı nedenlerle boşanma sonrası sosyoekonomik şartlara dair endişelerle bağlantılı şekilde yorumlanabilir.

Türkiye’de boşanma nedenleri ve aile içi ilişkiler ağı yıllar içinde daha bireysel bir görünüm kazanmış olsa da, Türkiye’de aile kavramının hâlâ duygusal karşılıklı bağımlılıktan arınmadığı (Kağıtçıbaşı ve Ataca, 2005) ve ekonomik nedenler sebebiyle aile içi şiddetin arttığı görülmektedir. Türkiye’de boşanma oranlarındaki nispi artış, evlilikleri sona erdiren nedenlerin belirlenmesi kadar boşanma sürecinde ve sonrasında yaşanan deneyimlerin de ortaya konmasını gerektirmektedir. Türkiye’de bu alanda yapılan çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Bunun en önemli sebebi, boşanmış kişilere ulaşmanın zorluğu dolayısıyla örneklemin kısıtlı olmasıdır. Boşanmış kişilere ulaşma güçlüğünün giderildiği durumlarda ise, özellikle boşanmış kadınlar çeşitli nedenlerle anket uygulamalarına yanıt vermekte çekingen tutum geliştirebilmektedir. Sınırlı sayıdaki araştırma ise daha ziyade psikolojik sorunlara değinmektedir (Aydınalp, 1981; Tor, 1996; Arıkan, 1996; Yılmaz ve Fışıloğlu, 2005; Yazıcıoğlu ve Kayhan, 2007).

Hiç şüphesiz, birçok farklı nedeni olan boşanma olgusundan hem kadınlar hem de erkekler etkilenmekte ve bu durumun toplumsal cinsiyet açısından da bir analiz birimi olarak ele alınması gerekmektedir. Kadın ve erkeklerin evlilikten beklentilerinin birbirinden farklı olduğu gibi, boşanma ve takip eden süreçteki deneyimleri de farklı olabilmektedir. Ancak kadınların erkeklere nazaran boşanma öncesindeki ve boşanma sürecindeki deneyimlerinin ekonomik bağımlılığın yanı sıra fiziksel, ekonomik, sözel, psikolojik, cinsel ve hatta dijital şiddete maruz kalma gibi daha olumsuz olabildiği yönünde pek çok öngörü mevcuttur (Berber, 2016: 254-255). Özellikle erkek egemen toplum yapısı sebebiyle, Türkiye’de kadınlar boşanma sürecinde aile baskısına maruz kalabilmekte, kadının sosyoekonomik durumu ve çocukların etkilenmesi gibi konular, hem boşanma sürecinde hem de sonrasında kadının yaşamını ilk başta olumsuz etkileyebilmektedir. Boşanmış kadınların en çok altını çizdiği sorunlardan biri de, nafaka ödemelerinde yaşanan sorunlar ve nafaka ödemeyen taraflara yaptırım uygulanması yolunda karşılaşılan bürokratik engellerdir (Turğut, 2015: 143-144). Nitekim, boşanmayla ilgili karara bağlanan davalar arasında en yaygını nafaka davalarıdır (Turğut, 2015: 166). Buna rağmen, Medeni Kanun’un 175. ve 176. Maddelerinde yapılması öngörülen ve yoksulluk nafakasına getirilmek istenen kısıtlamaların, kadınların boşanma kararı almalarını daha da zorlaştıracağı ve toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde atılmış tüm adımları geriye götüreceği konusunda kadın örgütleri uyarılarını dile getirmiştir.[7] Bilindiği gibi yoksulluk nafakası, boşanma durumunda cinsiyet ayırımı yapılmadan hem kadın hem erkeğe ödenebildiği gibi, maddi koşulların değişmesi halinde kesilmektedir. Özellikle nafaka ödeyen erkeğin “mağdur” olarak medyada yer almaya başlaması, babanın çocukların velayetini aldığı takdirde boşandığı eşine nafaka ödememesi hakkında Yargıtay kararı,[8] boşanma süresince ve sonrası süreçte ekonomik şiddete maruz kalan, maddi kayba uğrayan, evlilik boyunca küçük çocukların ve yaşlıların bakımı nedeniyle işinden ayrılan ve yoksullaşan kadınların durumunu daha da zorlaştırarak kadını bağımlı hale getirmektedir.

Aile kurumu, bireyi toplumsal hayata ve bu toplumsal hayattaki değişimlere hazırlaması ve toplumun devamlılığını sağlaması açısından hemen hemen her toplumda önem verilen bir kurumdur. Bu nedenle, neoliberal düzende din, hukuk ve ahlak kuralları tarafından da desteklenerek boşanmaların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Ancak çiftler arasında kültürel farkların olması, çiftlerin evlilik kurumundan beklentilerini karşılayamaması, aile içi şiddetin yaşanması ya da şiddetli geçimsizlik gibi nedenlerle aile birliğinin sarsılması durumunda boşanmalar ortaya çıkabilir ve hatta bu durum sanılanın aksine, çiftlerin olduğu kadar çocukların psikolojisi açısından da yararlı olabilmektedir. Örneğin, 2010 Aile Değerleri Araştırması’nda, 6.035 katılımcının %21,2’si boşanmayı çatışma çözümü olarak görmediğini dile getirmişse de, örneklemin %60,6’sı gibi büyük çoğunluk, mutsuz evliliklerin boşanmayla sonuçlanması gerektiği yolunda görüş belirtmiştir (ASAGEM, 2010: 94). Ayrıca, eğitim, çalışma hayatına katılım, muhafazakârlık, çocukların yaşları gibi değişkenler üzerinde veri toplanıp boşanmalar üzerindeki etkileri de detaylı incelenmelidir. Buna ilaveten, boşanan bireylerin hangi sınıfsal yapıya mensup olduğuna dair verilerin de önem taşıdığı aşikârdır. Bu nedenle sosyal sınıf, sosyoekonomik göstergeler ve boşanma arasındaki ilişkiyi analiz edebilmek için önümüzdeki yıllarda yeni veriler üretilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Aile sosyolojisinde farklı teoriler çerçevesinde (sosyal mübadele teorisi, çatışma kuramı, yükleme teorisi, aile yaşam döngüsü gibi) ilişkilerde ve evlilikte değişen beklentiler ve dengeler, sosyal medya kullanımının ikili ilişkiler üzerindeki olumsuz etkisi de düşünülmesi gereken konular arasında bulunmaktadır. Boşanma sürecinde araya giren bazı değişkenler, ayrılık sürecinde yardımcı olan (çevredeki insanların/arkadaşların/komşuların desteği, aileler, ekonomik koşulların iyi olması gibi) veya işi zorlaştırabilen olgular (yine aileler ve diğer kişiler, ekonomik koşulların kötüye gitmesi, toplumsal cinsiyet) olarak karşımıza çıkmaktadır. Genelde, Türkiye toplumunda annelik ve eş olmak beraber tanımlanmaktadır. Ancak, belki aile yaşamı döngüsü içinde, özellikle de evliliklerin ilerleyen döneminde aleyhlerine işleyebilen bu durum, çocuklarıyla yakın ilişki geliştiren ebeveynler açısından boşanma sonrası süreçte lehine olabilmektedir. Ancak, burada altının çizilmesi gereken husus, boşanma sonrası uyum süreci ve aile içi süreçlerle bağlantılı olarak her boşanmanın mutlaka patolojiyle sonuçlanmadığı (Hetherington, Cox ve Cox, 1979; Shybunko, 1989); aksine boşanmanın yeni bir ilişki durumu olarak okunması gerektiğidir (Lamb, 1997). Bu nedenle, boşanmanın ilişkileri “bitirmediğini”, sadece bu ilişkilerin formunu değiştirdiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla, boşanma deneyimi geçiren kişilerin homojen bir grup olarak ele alınmaması gerektiği, yani bireylerin çok farklı biçimlerde bu deneyimden geçebileceği (Peterson, 1989; Anderson ve Sabatelli, 1999) ve boşanmaya yüklenen olumsuz anlamın yeniden düşünülmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Günümüzde ilişkilerin daha yüzeysel olması, sosyal medyanın yaygın kullanımı, bireyselliğin ve kişisel mutluluğun ön plana çıkması evliliklerin sürdürülebilirliği açısından üzerinde daha çok durulması gereken konulardır.

Ülkemizde en çok dikkat çeken ve medyada da yer bulan bir diğer konu, boşanma süreci devam ederken veya sonrasında eşleri ya da eski eşleri tarafından öldürülen kadınlardır. Veriler çelişkili olsa da, kadın örgütleri ve kolluk kuvvetleri tarafından sunulan bilgiler şu şekildedir: Bağımsız İletişim Ağı’nın (Bianet) 2018 Erkek Şiddeti Çetelesi’ne göre, 2018 yılı içerisinde erkekler en az 255 kadını öldürdü. Öldürülen kadınların yarısından fazlasının faili ise eşleri, boşandıkları eski eşleri ya da sevgilileriydi. Bu verilere göre, erkekler kadınların 76’sını kendilerinden “ayrılmak-boşanmak” istedikleri için öldürdü.[9] Basına yansıyan haberlerden derlenen bu çalışmanın basına yansımayan ya da nedeni belirtilmeyen kadın cinayetlerine dair herhangi bir bilgi içermediğini de unutmamak gerekiyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre ise, sadece 2018’de erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 440’dır.[10] Polis Akademisi tarafından 2016, 2017 ve 2018 verilerine dayanarak hazırlanan “Dünyada ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri” raporunda, bu yıllar içinde çoğunluğu büyük kentlerde olmak üzere toplam 932 kadın cinayeti işlenmiştir (Taştan ve Küçüker Yıldız, 2019). Buna göre, en sık karşılaşılan cinayet mekânları, kadınların en fazla koruma altında olması beklenen kendi evleridir; maktuller daha ziyade ilkokul (%46,1) ve ortaokul mezunu (%17,9) olsa da aralarında üniversite mezunları (%5,8) da bulunmaktadır. Maktullerin medeni durumları ise %58,5 ile evli, %16,1 ile boşanmış, %6,8 ile dul olarak polis kayıtlarına geçmiştir. Failler, %63,5 ile eş ya da duygusal partner olarak belirtilmiştir; faillerin yarısından fazlası (%57,1) ya niteliksiz işlerde çalışmaktadır ya da işsizdir.[11]

Kadınların öldürülmelerinin en yaygın gerekçeleri arasında, toplumsal cinsiyet normlarının ihlali ve hegemonik erkekliğe meydan okumak olarak algılanan boşanma ya da ayrılma isteği üst sıralarda yer almaktadır (Ural ve Kaya, 2018: 364-366). Aile içi karar alma mekanizmalarında genellikle alt sıralarda yer alan kadınların, boşanma konusunda çoğunlukla inisiyatif aldığı görülmektedir. Her beş yılda bir yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’na (TNSA) göre, 2008 yılında boşanma kararını %56 ile kadınlar tek başına almış, eşleriyle birlikte alanların sayısı %26,4 olmuştur.[12] Aynı oran 2013’te sadece kadınlar için %48,7’ye gerilemiş, eşleriyle ortak karar alanların oranı ise %30,3’e yükselmiştir.[13] Devlet, boşanmış olsun olmasın kadını korumada zayıf kalmakta, uzaklaştırma mekanizması iyi çalışmamakta, şiddete uğrayan kadınların yasal dayanakları olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Karşı Kanun’un uygulanmasında sorunlar bulunmaktadır. Bu sebeple, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin ve kadın cinayetlerinin boşandıktan sonra dahi önüne geçilememektedir.

Yeniden Evlenmeler

Boşanmalar kadar yeniden evlenmelerin de yaygınlaşmaya başladığı bir dönemden geçmekteyiz. 2018 yılına ait TÜİK boşanma istatistiklerine göre, boşanan ve eşi ölen kadınların yeniden evlenme oranı toplamda %12,86’dır (n=71.126). Erkeklerde ise, bu oran %14 civarındadır (n=82.009). Yeniden evlilik oranlarındaki giderek artan sayılar, kötü giden evlilikler içerisindeki bireylerin boşanmayı bir çözüm olarak görmelerine karşın, ilk evliliklerine dair kötü deneyimlerinin evliliğe ve aileye yönelik olumsuz tavırlar geliştirmelerine yol açmamasıyla açıklanabilir (Newman, 2009: 411). Benzer şekilde, Türkiye’de 2009’da 1.200 boşanmış kişiyle yapılan bir çalışmada, “yeniden evlenir misiniz” sorusuna erkek katılımcıların %64’ü, kadın katılımcıların %42’si olumlu yanıt vermiştir (ASAGEM, 2010: 83-132). Bununla birlikte, ülkemizde yeniden evlilik konusundaki tutumlar, ilk evliliğin sona erme nedenleri (boşanma ya da eşin vefatı), boşanmanın/vefatın ardından geçen süre, yaş, sosyoekonomik göstergeler ve cinsiyet gibi değişkenlere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Örneğin, 2011 yılında yürütülen TAYA çalışmasında, sanılanın aksine, eğitim ve sosyoekonomik statü (SES) düzeyi ile ikinci kez evlenme arasında tersine bir ilişki vardır. Yani, eğitim düzeyi arttıkça yeniden evlilikler azalmaktadır. Yeniden evliliklerin bahsi geçen yıl içinde en yüksek olduğu grup %6,1 ile okuryazar olmayanlar ve bunu takiben %5 ile en alt SES grubudur.[14]

Kavas’ın (2010) yeniden evlenmeler konusunda yaptığı çalışmaya göre, kadınların yeniden evlenme konusundaki tutumları çeşitlidir. Bazı kadınlar, erkeklere ya da evlilik kurumuna duyulan güveni kaybetme, çocukların varlığı, boşanma sonrası kendilerine özgüvenlerini yitirme gibi durumlarda yeniden evlenmeyi tercih etmezken bazıları sevgi içeren eşitlikçi ilişki biçimi kurmak ve/veya çocuk sahibi olmak istediği ya da tek başına bir yaşam sürmeyi tercih etmediği için yeniden evlenmeye olumlu bakmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda bir genelleme yapmak mümkün değildir. Boşanma sonrası, yeni birliktelikten beklentilerin yeniden tanımlandığı bir dönemden geçen bireylerin içinde bulundukları şartların, yeniden evlilik istekleri üzerinde bir rol oynadığı şüphesizdir. Değişen Türkiye  toplumunda, boşanmaların aile kurumunu zayıflattığı yönündeki düşüncelerimizi de tekrar gözden geçirmemiz yerinde olacaktır. Türkiye’de bireyler, 2018 yılında da, kendilerini en çok mutlu eden yerin büyük oranda (%74,2) aile olduğunu dile getirmiştir.[15] Bu nedenle aile kavramının yeni eş, onun çocukları ve ebeveynlerini de içine alacak şekilde genişleyerek geçirgen sınırları olan bir aileye evrilmesi ya da tam tersine tek ebeveynli çekirdek ailenin toplum tarafından yaygın kabulü gerekmektedir. Yeniden evliliklerde, karma aile yapısı için yeni rollerin, beklentilerin ve ilişkilerin aile bireylerince tanımlanması; bunun yanı sıra, gerek öz gerekse üvey çocuklar ve eski eş ile yeni aile yapısındaki üyeliklerin ve rollerin açıklanması da sağlıklı olacaktır.

 

14 Mayıs 2016 tarihli Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması Meclis Araştırması Komisyonu raporunda (sıra sayı 399) şöyle denmektedir: “Günümüzde Türk ailesini kuşatan sorun alanlarına bakıldığında boşanmanın ilk sırada yer aldığını görüyoruz. Ülkemizde giderek sosyal bir sorun halinde gelen evlenme oranındaki azalış, buna karşın aile içi şiddet ve beraberinde getirdiği boşanma oranlarındaki artış, bizleri bu konuda daha duyarlı olmaya ve bu sorunların nedenlerini araştırmaya, çözüm önerileri geliştirmeye itmektedir.”[16] Türkiye’de boşanmayı kolaylaştırdığı öne sürülen kanunları yermek, kadının ekonomik bağımsızlığına suçu atmak, boşanmayı zorlaştırmak ya da çiftleri vazgeçirmek yerine bu süreçten geçen hem erkek hem kadın bireylerin psikolojik destek sistemlerinden geçmeleri daha yerinde olacaktır. Boşanma sürecinde psikolojik danışmanlığın ve söz konusu boşanmaya şiddet neden olmadıysa velayet ile nafaka dahil hukuki konularda anlaşmaları sağlayacak arabuluculuğun yaygınlaştırılması gerekir. Genelde yüksek eğitimli ve iyi geliri olan kadınların daha fazla boşandığına dair toplumda yanlış bir önyargı bulunmaktadır. Bu duruma farklı bir çerçeveden bakarsak eğitimli ve iş sahibi kadın, kötü giden evliliğini bitirmek için daha fazla söz sahibidir.

Türkiye’de aile kurumunun önündeki en büyük sorun, boşanma sayılarındaki nispi artış ya da evliliklerin sayısındaki görece düşüş değil, aile içi şiddet ve boşanma sırasında kadının maruz kaldığı ve ölümüne neden olan “namus” kavramını kendine dayanak yapan erkek egemen toplum yapısıdır. Toplumumuzda boşanma konusunda giderek azalan bir damgalanma olsa da, başlıca sorun boşanma kararını veren kadının, bu karardan ötürü şiddete maruz kalması ya da öldürülmesi ve aile içi sorun olarak algılanan bu duruma seyirci kalınması gelmektedir. Son zamanlarda medyada da sıklıkla şahit olduğumuz gibi, boşanma sürecinin şiddetle sonuçlanmaması için bir dizi tedbir alınmalı; halihazırda toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik kazanımlar olan İstanbul Sözleşmesi[17] gibi uluslararası ve ulusal yaptırım ve tavsiye mekanizmaları tam anlamıyla uygulanmalı; psikolojik destek kanallarından hem kadınlar ve çocuklar hem de erkekler yararlanmalıdır.

 Kaynakça

Amato, P. R., ve James, S. (2010). Divorce in Europe and the United States: Commonalities and differences across nations. Family Science, 1(1), 2-13.

Anderson, S. ve Sabatelli, Ronald M. (1999). Family interaction: A multigenerational developmental perspective. Needham Heights, MA: Allyn & Bacon.

Arıkan, Ç. (1992). Yoksulluk, evlilikte geçimsizlik ve boşanma. Ankara: Şafak Matbaası.

Arıkan, Ç. (1996). Halkın boşanmaya ilişkin tutumları araştırması. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları.

ASAGEM, TC Başbakanlık. (2010). Türkiye’de aile değerleri araştırması. Ankara: TC Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayınları.

Demir, S. A. (2013). Attitudes toward concepts of marriage and divorce in Türkiye. American International Journal of Contemporary Research, 3(12), 83-88.

Aydınalp, E. (1981). Boşanmalar ve boşanmanın ortaya çıkardığı bireysel sorunların aile sağlığı açısından değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Ankara.

Berber, N. (2016). Kadına yönelik şiddet. F. Saygılıgil (Der.) Toplumsal cinsiyet tartışmaları içinde (s. 247-267). Ankara: Dipnot Yayınları.

Çavlin, A. (2014). Türkiye’de boşanma. Mustafa Turğut ve Semiha Feyzioğlu (Der.) Türkiye aile yapısı araştırması: tespitler, öneriler. Araştırma ve Sosyal Politika Serisi 07. İstanbul: Çizgi Tanıtım ve Kırtasiye Ltd. Şti, pp. 198-217.

Gedik, E. (2015). Trapped in between state, market and family: experiences of moderately educated divorced and widow women. Yayımlanmamış doktora tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.

Hetherington, E. M. (1993). An overview of the Virginia longitudinal study of divorce and remarriage with a focus on early adolescence. Journal of Family Psychology, 7(1), 39-56.

Hetherington, E. M., Cox M. ve Cox R. (1982). Effects of divorce on parents and children. Michael E. Lamb (Der.), Nontraditional families: parenting and child development içinde. New York: L. Erlbaum Associates.

Kağıtçıbaşı, Ç. ve Ataca, B. (2005). Value of children and family change: A three‐decade portrait from Türkiye. Applied Psychology, 54(3), 317-337.

Kavas, S. (2010). Post divorce experience of highly educated and professional women. Yayımlanmamış doktora tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.

Lamb, M. E. (1997). The development of father-infant relationships. Hoboken, NJ: John Wiley & Sons Inc.

Newman, D. M. (2009). Families: A Sociological Perspective. McGraw-Hill.

Peterson, R. R. Women, Work, and Divorce. SUNY, 1989.

Shybunko, D. E. (1989). Effects of post-divorce relationships on child adjustment. Journal of Divorce, 12(2-3), 299-313.

Taştan C. ve Küçüker Yıldız A. (2019, Şubat) Kadına karşı şiddetle mücadele, hukuk, deneyimler ve aktörler. Polis Akademisi Yayınları.

Tor, H. (1996). Boşanma ve boşanmış kadınların psiko-sosyal, ekonomik durumları. Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi Dergisi, 4, 201-227.

Turğut, Mustafa (Der.) (2015). Türkiye’de Boşanma Nedenleri Araştırması. https://www.tuseb.gov.tr/enstitu/tacese/yuklemeler/ekitap/aile/79_turkiye_bosanma_nedenleri_arastirmasi_2014.pdf

Uğur, S. B. (2014). Günümüzde kadının boşanma deneyimleri: akademisyen kadınlar üzerine bir araştırma. Mediterranean Journal of Humanities, 4(2): 293-326.

Haktan, U. ve Çabuk Kaya, N. (2018). Kadın Cinayetlerinde Sembolik İktidarın Krizi. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 21(2), 356-382.

Yazıcıoğlu, Y. ve Kayhan, Ü. (2007). Aile yapısı ve ilişkileri. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Yılmaz, E. ve Fışıloğlu, H. (2005). “Turkish parents’ post-divorce adjustment,” Journal of Divorce and Remarriage, 42(3-4), 83-107.

[1] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Evlenme ve Boşanma İstatistikleri,” (2001-2018): http://tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068

[2] https://www.oecd.org/els/family/SF_3_1_Marriage_and_divorce_rates.pdf

[3]https://www.tuseb.gov.tr/enstitu/tacese/yuklemeler/ekitap/aile/turkiyenin_aile_yapisi_arastirmasi_2011.pdf

[4]https://www.tuseb.gov.tr/enstitu/tacese/yuklemeler/ekitap/aile/79_turkiye_bosanma_nedenleri_arastirmasi_2014.pdf

[5] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). Aile Yapısı Araştırması, 2016. Haber Bülteni sayı 21869, 18 Ocak 2017. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21869

[6] TÜİK, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verileri dikkate alınmıştır.

[7] https://medium.com/nafakahikayesi/kadınların-nafaka-hakkına-dokunmayın-c236dbbedb52; https://www.morcati.org.tr/attachments/article/500/neden-kadinlarin-nafaka-hakkina-dokunmayin-diyoruz.pdf

[8] “Yargıtay Kararı: Çocuğa bakan taraf nafaka ödemez!,” Akit, 5 Mayıs 2019, s. 9.

[9] https://bianet.org/bianet/erkek-siddeti/205372-erkekler-2018-de-255-kadini-oldurdu

[10] http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2869/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2018-veri-raporu

[11] https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Kadin_Cinayetleri_Rapor.pdf

[12] http://www.hips.hacettepe.edu.tr/TNSA2008-AnaRapor.pdf

[13] http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2013/rapor/TNSA_2013_ana_rapor.pdf

[14]https://www.tuseb.gov.tr/enstitu/tacese/yuklemeler/ekitap/aile/turkiyenin_aile_yapisi_arastirmasi_2011.pdf

[15] http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30702

[16] https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem26/yil01/ss399.pdf

[17] https://rm.coe.int/1680462545