Tarım, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, artan bir endüstriyelleşme ve erilleşme baskısı altına girmiştir. Avrupa’da traktörlerin 1950’lerde yaygınlaşmasıyla birlikte tarımda daha çok erkek emeği kullanılmış ve kadınlar üretimden çekilmeye başlamıştır (Heggem, 2014). Türkiye’de de artan endüstriyelleşme, kadınların tarımsal üretimden dışlanmasına neden olmuştur (Yaman, 2020). Nükhet Sirman, 1980’li yıllarda yürüttüğü bir araştırmayla küçük aile çiftçiliğinde pamuk hasadı için gerekli mevsimlik iş gücünün sağlanmasında, kadınların örgütlediği toplumsal bağların ne denli önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Ne var ki 2000’li yıllarla birlikte elle toplanmaya devam eden pamuk gibi az sayıda ürünün hasadı da makineleşmiştir. Çiftçi Kayıt Sistemi ile birlikte tarımda kadın üretici sayısı artıyormuş gibi görünse de tarımda çalışan kadınların sayısı gerçekte değil, sadece kâğıt üzerinde daha çok devlet teşviki alabilmek adına artmıştır. Endüstriyel tarımın beraberinde getirdiği dramatik sonuçlardan biri de kırsal alanların kadınlar için cazip olmaktan hızla uzaklaşmasıdır. Bu baskı nedeniyle kadınların kırsal alanı terk etme ve şehirde yaşama arzusu her daim güçlenmiştir. Kısaca endüstriyel tarım hem kırsal alanların boşalmasına hem de boşalan bu kırsal alanlara hapsolan kadınların yaşam alanının giderek daralmasına neden olmuştur (Hoşgör, 2020).
Neo-liberal politikalar maliyet fiyat kıskacını artırmış ve küçük aile çiftçiliğinin kendisini tarımsal gelirler temelinde idame ettirebilmesi güç bir hale gelmiştir. Özellikle erkeklerin tarımsal üretimden elde ettiği gelirler azaldıkça hane ekonomisinin sürdürülmesi için kadınların tarım dışından elde ettiği ek gelir her zamankinden daha fazla öneme sahip olmuştur. Kırsal toplulukların tarım dışı gelirlerini artırmaya dönük bir dizi politika, bu nedenle öncelikle kadın girişimciliğini teşvik etmeye başlamıştır. Mikro krediler, kadın kooperatifleri, kadın üretici pazarları vb. modeller üzerinden kırsal alanlarda desteklenen kadın girişimciliği; küçük aile çiftçiliğinin korunması, kırsal ekonominin yeniden canlandırılması, kadınlar için kırda yaşamın yeniden cazip hale gelmesini amaçlamıştır. Bu dönüşümle ilgili olarak birçok araştırmacının cevaplamaya çalıştığı bir soru ortaya çıkmıştır: “Kadın girişimciliği teşvik edilirken amaçlanan, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesi ve kadınların güçlendirilmesi midir, yoksa kadınların ‘aile ekonomisine katkı sunması’ mıdır?”. Mevcut sistemin, kadınların iş gücüne katılımını artırmaya dönük hakiki ve sistematik politikalar geliştirmekten uzak olduğu aşikardır. Aksine kadınları geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine ve ev içi alana hapseden anlayış hegemonik bir güç kazanmıştır. Böylesi bir kültürel ve politik iklimde kadın emeğinin hangi yeni form ve biçimlerde örgütlendiğini tartışmak oldukça elzemdir.
Birçok araştırmanın da gösterdiği gibi ev eksenli üretim, sosyal ve ekonomik açıdan marjinalleşmiş kadınları güçlendirmek için oldukça önemli bir stratejidir (Baylina ve Schier, 2002). Bu bağlamda kırsal kadınlar için ev içi gıda üretimi, bir tercihten öte neredeyse bir zorunluluktur. Ev eksenli üretimde sermayeye ihtiyaç yoktur. Kadınlar evlerini hem bir “üretim” alanı hem “yeniden üretim” alanı olarak kullanır. Bu karma alanda bir yanda üretim yapar, diğer yanda hane içi çoklu görevlerini (yemek, temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı) yerine getirmeye çalışır. Bu karma alanda kadınlar fiziksel ve duygusal açıdan pek çok zorlukla mücadele eder (Markantoni ve Hoven, 2012). Ev eksenli üretim, bir yaklaşıma göre kadının geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmekte, diğer bir yaklaşıma göre ise kadınların iş ve yaşam dengesi kurabildiği alternatif bir girişimcilik anlayışının yeşermesine imkân vermektedir.
Bir kır sosyoloğu olarak 2017 yılından bu yana İzmir’de kırsal kadınların yöresel yemek ve gıda satışı yaptığı pazarları inceliyor ve yöresel gıdaların ticarileşmesinin kadınların sosyo-ekonomik yaşamına olan etkisini anlamaya çalışıyorum. Seferihisar ilçesinde ilk olarak gerçekleştirdiğimiz araştırmada elde ettiğimiz bir bulgu beni oldukça şaşırtmıştı. Bu bulgu birçok kadının evde ürettikleri gıdaları pazarda satmaya başladıktan sonra antidepresanı bırakmasıydı (Nizam, 2020). Bu pazarda yaptığımız araştırmayı geçtiğimiz bahar ayında (2023 bahar dönemi) tıp fakültesi öğrencileri ve sosyoloji bölümü öğrencilerinin birlikte veri topladıkları bir saha çalışmasıyla yeniledik. Sorularımız hem hastalıkları hem beslenme/sağlıklı yaşam pratiklerini hem de ticari stratejileri ve duyguları ölçmeyi hedefledi. Kadınların birçoğu evde pişirdikleri yemekleri pazarda satmaya başladıktan sonra genel sağlık durumunun iyiye gittiğini ve hastalıklarında iyileşme olduğunu belirtti (Dinc Horasan vd., 2023). Pazara dahil olan kadınların bedensel/fiziki iyileşmesine ek olarak duygusal iyileşme yaşadıkları gözlemlenmiştir. Görüşme yapılan kadınların neredeyse tamamına yakını mutluluk, yaşam sevinci, özgüven, dayanışma ve gurur gibi duygularının arttığını belirtirken stres, tükenmişlik, endişe, öfke, yalnızlık gibi duyguların azaldığını ifade etti. Hane içinde sürdürdüğü beceriler dışında mesleki deneyimi ya da sermayesi olmayan kırsal kadınlar için ev eksenli üretim her ne kadar bir zorunluluk olarak karşımıza çıksa da pazar sayesinde kadınlar kamusal alana dahil olma, görünür olma, emeklerini değerli kılma, diğer kadınlarla dayanışma içinde olma, kendini gerçekleştirme ve aktör olabilme gibi kazanımlar elde edebilmektedir.
Anthopoulou (2010) kadınların iş yaşamında ne denli başarılı/başarısız olduğunu analiz ederken ekonomik göstergeleri değil, kadınların kendileri için belirledikleri hedefleri referans almak gerektiğini belirtiyor. İş yaşamında erkeklerin kendilerini başarılı hissetmelerini sağlayan kazanımlar daha çok ekonomik getirilerle (kar maksimizasyonu, büyüme vb.) ilişkili iken kadınlar için başarı sadece ekonomik kazanımlarla ilgili değildir. Birçok araştırmanın da gösterdiği gibi kadınları mutlu ve başarılı hissettiren temel ölçüt aile ve iş yaşamı arasında denge kurabilmektir (Cliff, 1988; Bock 2004). Özellikle ev eksenli üretim yapan kadınlar için “iş”, aile yaşamından izole ettikleri bir ticari faaliyet alanı değil, gündelik yaşam pratiklerini gelir getirici faaliyetler olarak dönüştürdükleri bir eylemdir (Markantoni ve Hoven, 2012). Kadınlar için “mutluluk” ve “dayanışma”, iş yaşamının sadece ilk evresinde değil uzun vadede benimsedikleri temel hedeflerdir. Kadınların hane içinde üstlendiği toplumsal cinsiyet rolleri kuşkusuz iş yaşamındaki deneyimlerini sınırlandıran ve baskılayan bir bariyerdir. Lakin kadınların iş ve aile yaşamı arasında kurmaya çalıştığı denge, girişimcilik meselesine dair genel toplumsal tahayyülün sınırlarını genişletebilen bir nitelik kazanabilir.
Hem kırsal alanlarda hem kentlerde kadınlar hane içinde yemek hazırlama ve aileyi doyurma görevinden büyük ölçüde sorumludur. Little, Ilbery ve Watts (2009) İngiltere’de gıda tüketimine dair artan endişenin bir sonucu olarak şehirde yaşayan ve iş gücüne katılan kadınların bir dönem terk ettiği “yemek hazırlama” görevini yeniden üstlendiğine işaret eder. Ne var ki yemek hazırlama pratikleri kırsal ve kentsel alanlarda yaşayan kadınların habitusuna bağlı olarak farklılaşma eğilimi içindedir. Sağlıklı, hafif, rafine, zarif yemekler daha üst sınıf ve kentli kadınlar tarafından; yağlı, ağır, doyurucu, meşakkatli yemekler ise daha alt sınıf kadınlar ve kırsal kadınlar tarafından pişirilmektedir (Bourdieu, 1984, akt., Anthopoulou, 2010). Bir nevi artizanal üretim gerektiren yerel gıdalar ve yöresel yemeklerin üretimi (aynı zamanda yeniden üretimi) kırsal kadınların sorumluluklarından birine dönüşmüştür. Kır hayatına dair değerlerin kıymetinin daha çok bilindiği ve kırın bir girişimcilik alanı olarak dönüştüğü neoliberal dönemde ticarileşen yöresel yemekler, kırsaldaki kadınların aile ve topluluk içinde edindikleri bilgi ve becerileri kullanarak sermayeye ihtiyaç duymaksızın geliştirdikleri, düşük risk içeren bir girişimcilik deneyimine adım atabilmesini sağlamıştır.
“Bir tür romantik kır güzellemesi” diyebileceğimiz bu durum, yerel ve doğal olanı koruyan, ailesini sağlıklı gıdalarla besleyen, ideal bir “kırsal anne” imgesi yaratmıştır. Bu imge, kırsaldaki kadınları, doğaya sahip çıkmakla (biyoçeşitlilik ve ekolojik döngüyü korumak gibi) ve kentlileri sağlıklı bir biçimde doyurmakla görevlendirir. Ilbery ve Kneafsey’in (2000) yürüttüğü bir araştırma yerel ürünler için artan talebin sadece “sağlık” ya da “güvenlik” gibi somut endişeler temelinde değil, geçmişe duyulan özlemle (nostalji) ilgili olduğunu gösterir. Bu minvalde icat edilen bir “kırsal annelik” imgesi, kırsal kadının geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini “iyi anne” ve “iyi aşçı” gibi klişe şablonlara hapsedebilir. Bu imge üzerinden kırsaldaki kadın sadece kendi ailesi için değil, artık tüm toplum için yemek hazırlama sorumluluğuyla görevlendirilir. Anthopoulou’un da (2010) belirtiği gibi kırsaldaki kadınların bu annelik görevini bir zorunluluk olarak deneyimlemesi demek daha ağır bir sorumluluk taşımaları, daha fazla emek sömürüsüne uğramaları ve erkek egemen aile ekonomisine daha bağımlı olmaları demektir. Kısaca, kırsal yaşamda kadınların karşılaştığı en önemli zorluklardan biri, onları geleneksel toplumsal cinsiyet şablonlarına hapseden bu sembolik anlam dünyalarıdır.
Referanslar:
Anthopoulou, T. (2010). Rural women in local agrofood production: Between entrepreneurial initiatives and family strategies. A case study in Greece. Journal of Rural Studies, 26, 394–403. https://dx.doi.org/10.1016/j.jrurstud.2010.03.004
Baylina, M., & Schier, M. (2002). Homework in Germany and Spain: Industrial restructuring and the meaning of homework for women. GeoJournal, 56, 295–304. https://dx.doi. org/10.1023/A:1025962716990
Bock, B. B. (2004). Fitting in and multi-tasking: Dutch farm women’s Strategies in rural entrepreneurship. Sociologia Ruralis, 44(3), 245–260. https://dx.doi. org/10.1111/j.1467-9523.2004.00274.x
Cliff, J. E. (1998). Does one size fit all? Exploring the relationship between attitudes towards growth, gender and business size. Journal of Business Venturing, 13, 523–542. https://dx.doi.org/10.1016/ S0883-9026(97)00071-2
Dinc Horasan, G. vd. (2023). “Çalışmanın Kadınların Sağlık Düzeyine ve Sağlık Davranışlarına Etkisinin Değerlendirilmesi: Sığacık Kaleiçi Kadın Üretici Pazarı Örneği”, Yayınlanmamış Saha Araştırması Raporu.
Heggem, R. (2014). Diversification and re-feminisation of Norwegian farm properties. Sociologia Ruralis, 54, 439–459. https://dx.doi.org/10.1111/soru.12044
Hoşgör, A.G. (2020). “Uzaklar”, Coğrafi Engeller ve Kırsal Kadının Sosyal Dışlanması, KoçKam Blog. https://kockam.ku.edu.tr/uzaklar-cografi-engeller-kirsal-kadinin-sosyal-dislanmasi-ayse-gunduz-hosgor/
Ilbery, B., & Kneafsey, M. (2000). Producer constructions of quality in regional speciality food production: A case study from Southwest England. Journal of Rural Studies, 16, 217–230.https:// dx.doi.org/10.1016/S0743-0167(99)00041-8
Little, J., Ilbery, B., & Watts, D. (2009). Gender, consumption and the relocalisation of food: A research agenda. Sociologia Ruralis, 49, 201–217. https://dx.doi. org/10.1111/j.1467-9523.2009.00492.x
Markantoni, M., & van Hoven, B. (2012). Bringing ‘invisible’ side activities to light. A case study of rural female entrepreneurs in the Veenkoloniën, the Netherlands. Journal of Rural Studies, 28, 507–516. https://dx.doi.org/10.1016/j.jrurstud.2012.05.006
Nizam Bilgiç, D. (2020). Yeni Bir Kırsal Kalkınma, Bilindik Bir Kırsal Annelik: Ticarileşen Yöresel Yemeklerin Toplumsal Cinsiyet Rollerine Etkisi. İstanbul University Journal of Sociology, 40 (1) , 79-108 . https://dergipark.org.tr/tr/pub/iusosyoloji/issue/56274/777466.
Yaman, M. (2020) Tarımsal üretimde kadın emeği: Tarihte kısa bir gezinti. Aramızda kalmasın: Kır, kent ve ötesinde toplumsal cinsiyet içinde (s. 57–61). Aramızda Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Derneği Yayınları. https://aramizda.org.tr/wp-content/uploads/2020/02/Aram%C4%B1zda_ Kalmas%C4%B1n.pdf