Mart 1995’te düzenlenen Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi’nde, toplumsal bütünleşmeyi sağlamak adına “herkes için bir toplum” kavramı kalkınmanın temel hedeflerinden biri olarak belirlendi. Zirve, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, güvenli istihdamın ve sosyal içermenin sağlanmasını taahhüt etti; bu doğrultuda Kopenhag Deklarasyonu ve Eylem Programı hazırlandı. 186 üye devlet istikrarlı, güvenli, hakkaniyetli ve hoşgörülü olan ve çeşitliliğe, dezavantajlı ve savunmasız gruplar ve kişiler de dâhil olmak üzere tüm insanların katılımına saygı gösteren kapsayıcı toplumları teşvik etme taahhüdünde bulundu (UNDESA, 2009). Her bireyin hakları ve sorumluluklarıyla aktif rol üstlendiği “kapsayıcı toplum” hedefiyle toplumsal cinsiyete, sosyal sınıfa, etnisiteye, kuşaklara ve coğrafyaya bağlı eşitsizliklerin ortadan kalkacağı vaat edildi. Oysa politika yapıcılar ve uygulayıcılar açısından “herkes için bir toplum” kavramının işlevsel hale getirilmesi oldukça zordu. Bu durum, her bireyin haysiyetini, değerini ve önemini sadece etik bir norm ve hak temelli bir zorunluluk olarak görmeyi değil, aynı zamanda yasal bir ilke, toplumsal bir hedef ve nihayetinde uygulama olarak kabul edecek bir sosyal kalkınma paradigması değişimini de gerektiriyordu. 2020 yılına geldiğimizde, aradan geçen bu çeyrek asırlık zamandan sonra, vaatler ne kadar gerçekleşti? Yazımda bu soruyu, kırsal alanda yaşayan kadınların “kapsayıcı toplum”da ne kadar var oldukları tartışmasını coğrafi engelleri dikkate alarak yanıtlamaya çalışacağım.

Günümüz kırsalında iki önemli demografik baskıdan söz ediyoruz; kırsal bölgelerde nüfus azalıyor ve kırsal bölgelerde 60 yaş ve üzeri nüfus artıyor. Örneğin, OECD raporuna göre bu oran son beş yılda %21 artmış görünüyor. Yani işgücüne katılabilecek yaş grupları artık kırsaldan ayrılıyor, üretim azalıyor, kırsal yaşlanıyor. Kırsalda kalan bu nüfusun önemli bir bölümünü ise kadınlar oluşturuyor (OECD, 2020).

Bir diğer mesele kavramsallaştırmayla ilgili; artık “kırsal alan” daha çok “kırsal coğrafya” olarak tanımlanıyor. Küreselleşmenin ve dijitalleşmenin etkisiyle kırsalda “mesafe” önemli bir belirleyici oldu. Sadece merkezlere fiziksel altyapı anlamında ulaşılabilirliği değil, aynı zamanda yüksek yaşam kalitesine erişimi de belirleyen önemli bir unsur “mesafe”. Bu eksende kırsal coğrafya tipolojisi üç boyut içeriyor: (i) kentsel alanlara yakın kırsal, (ii) kentsel alanların içinde kalan kırsal ve (iii) kentsel alanlara uzak –buna ırak diyorum ben– kırsal.

Kentsel alanlara yakın kırsal, tarım dışı üretim faaliyetlerine kayarken ve daha çok mekânsal önemini korurken; kentsel alanların içerisinde kalan kırsal, tarım arazilerini rant yüzünden kaybediyor. Ya da yeni düzenlemelerle arafta kalanlar yeni yaşam stratejileri geliştiriyor. Örneğin kadınlar kentsel tarıma yöneliyor, kadın kooperatiflerinin sayısı bazı ilçelerde artıyor (Yılgör, 2020). Ama en derin sorunlar ırak kırsalda yaşanıyor. 2008 ekonomik krizinden ve şimdi yaşanan COVID-19 sürecinden en fazla bu uzaklarda yaşayanlar etkilendi. Bu süreçte kadınlar ve çocuklar daha da yoksullaştılar. Küresel-kırsal gıda meta zinciri içerisinde yer alamaması ve yol, su, eğitim, sağlık, dijitalleşme gibi altyapılara erişememesi, ayrıca iklim değişimine bağlı kuraklık gibi ekolojik olumsuzlukların yaşanması ırak kırsalın kısmi boşalmasına, özellikle geride kalan belli bir yaş üzeri kadınların yalnızlaşmasına zemin oluşturdu ve bu durum ırak coğrafyayı son derece olumsuz etkiledi.

Aslında sosyolojide “kırsal alan” betimlemesinin “kırsal coğrafya”ya dönüşmüş olması pek de tesadüfi değil. Kırsalın etimolojisine baktığımızda karşımıza “açık alan” (open area) kavramı çıkıyor. Doğaya, suya, gıdaya özgürce ulaşılan coğrafi alana kırsal deniyor. Buradan bakınca gıda-tarım ilişkisi de sadece kırsalı ilgilendirmiyor, başta dayanışma ve adil paylaşım ekseninde tanımladığım “kapsayıcı toplum” kırsal dâhil her coğrafi alanı içeriyor; gıdaya, suya, doğaya özgürce ulaşmak tüm bireylerin hakkı. Böyle olunca kırsal politikalar da tüm toplumu ilgilendiriyor aslında, ayrı ve özellikle ikincil öncelikli tutulmaması gerekiyor. Bu meselenin bir diğer boyutu ise kırsalın toplumsal cinsiyete, etnisiteye, sosyal sınıflara vb. bağlı farklılıkları içermesi. Politika üretirken bu farklılıkların göz önünde bulundurulması, sosyal ve politik sonuçlarının üzerinde düşünülmesi gerekiyor; kanımca bu da ancak sosyal kalkınma paradigmasının feminist duruşla yeniden inşa edilmesiyle mümkün. Bilgi üretmenin bilgi üretenin sosyal konumuyla yakından ilgili olduğunu savunan bu yaklaşım, kadınları ve feminist düşünce tarzlarını görmezden gelerek sosyal politika üretmenin uygulamalarda sorun yaratacağını öne sürüyor.

Ancak Türkiye’de kırsal alanda feminist duruşla üretilmiş sınırlı sayıda kırsal politika görüyoruz. Androsantrik (eril merkezli) bir yaklaşım var, köylülük tartışmalarında sanki köylü cinsiyetsizmiş gibi bir yaklaşım söz konusu. Ya da “köylü sadece erkeklerden oluşur” yaklaşımı hâkim. Kırsal politik söylem, kısmi ve toplumsal cinsiyet körü bir söylem. Küçük meta üreticisi olarak aile/hane birim analizini oluşturuyor örneğin; kadın ve çocuk bu sınıflandırmada yerini alıyor. Erkeğin emeği ücretli işçi olarak sınıflandırılırken, kadının emeği ücretsiz aile işçisi statüsünde istatistiklere yansıyor. Oysa günümüzde kırsalın emekçileri kadınlar, erkeklerinkinden farklı ve ciddi sorunlarla başa çıkmaya çalışıyorlar. Onlar sadece üretim döngüsünde değiller, hanede bakım hizmetlerinden de sorumlular. Bir taraftan kentsel alanlara gıda üretiyorlar, diğer taraftan da kendileri ve çocukları için gıdaya yeterince erişemiyorlar; alternatif yaşam stratejileri geliştiriyorlar, günbegün yoksullaşmalarıyla nasıl başa çıkacakları üzerine düşünüyorlar. Gıdanın üreticisi kırsal kadınlar, çocuklarını sağlıklı besleyemez durumda. Nitekim istatistikler artık kırsal yoksulluğun kentsel yoksulluktan fazla olduğunu yansıtıyor. Türkiye’de kırsal alanda yoksulluk çizgisinin altında yaşayan nüfusun oranı %16,3, bu oran kentsel alanda ise %13,8 (TÜİK, 2014). Kırsal yoksulluk özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da ve Karadeniz’in dağ köylerinde daha yıkıcı yaşanıyor. TÜİK İstatistiklerle Yaşlılar kitabı yaşlı kadınların bu yoksulluktan daha fazla etkilendiğini yansıtıyor. Nitel yöntemlerle yürüttüğümüz araştırmalar da yoksulluğa yoksunlukların eklendiğini, özellikle kadınlar ve kız çocuklarının bu durumdan daha da olumsuz etkilendiğini gösteriyor.

Türkiye kırsalında bir diğer mesele coğrafi farklılıkların olması, etnik karşılaşmaların yaşanması. Bir coğrafyada genç bir nüfus var, örneğin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde. Mevsimlik tarım işçisi çoğu, Kürt ve Arap kadınlardan, çocuklardan oluşuyor ve çok zor koşullarda, çok düşük ücretlerle çalışıyorlar. Örneğin pandemi sürecinde sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı 2020 yılının Mart ve Nisan aylarında kırsal kadınlar hane halklarıyla birlikte İç Anadolu’ya, Ege’ye, Akdeniz’e ve Karadeniz’e mevsimlik göç ettiler ve tarlalarda çok uzun saatler, zor koşullarda, düşük ücretlerle güvencesiz olarak çalıştılar. İş bitiminde çadırlarda ev işlerini, bakım işlerini üstlenerek yeniden üretmeye devam ettiler (Karatabanoğlu, 2020).

Mevsimlik göç edilen kırsalda ise başka sorunlar yaşanıyor. Örneğin Ege’de ve kısmi olarak Karadeniz Bölgesi’nde kadınlar proleterleşme sürecine girdiler (Gündüz Hoşgör ve Suziki Him, 2016). Tarım dışı ücretli emeğe katılıyorlar, özellikle bekâr ya da küçük çocuğu olmayan kadınlar. Onlarda da sıkıntılar benzer. Örneğin Karadeniz Bölgesi’nin kırsal coğrafyasında balık işleme tesislerinde çalışan kırsal kadınlarla ilgili yürüttüğümüz araştırmamız, kadınların işgücüne genellikle yoksulluğu hafifletmek için katıldıklarını yansıttı (Gündüz Hoşgör ve Suzuki Him, 2016; Suzuki Him ve Gündüz Hoşgör, 2019). Karadeniz’den Japonya’ya uzanan küresel üretim zinciri içerisinde yer alan bu işletmelerde çalışan kadın işçiler, kırsal coğrafyada yaşıyor ama tarım dışı ekonomik faaliyetlere katılıyorlardı. Kırdan kente yaşanan göçle beraber kentlerde yaşanan sanayileşmeye dayalı işçileşme pratiklerinden farklı biçimde proleterleşiyorlardı. Bir taraftan ücretli işlerde çalışarak kendilerine özerk alan yaratmaya yönelik yeni stratejiler geliştiriyorlardı, diğer taraftan ise kırsal kadınların esnek ve görünmeyen –dolayısıyla ucuz– emeğine dayanan bu üretim biçimine ilişkin kadın emeğinin değersizliğine yönelik toplumsal algıyı da yeniden üretiyorlardı.

Kırsal kesimdeki kadınlar benzersiz zorluklarla karşı karşıyalar. Bu zorluklar yaşadıkları coğrafi konumla yakından ilgili. Yukarıda bahsettiğim gibi ırak kırsalın boşaldığını, nüfusun azaldığını görüyoruz. Bu coğrafyalarda da yine yoksulluk ve yoksunluk kadınları olumsuz etkiliyor. Uzak ve seyrek nüfuslu bölgelerde, kadınların sağlık ve bakım hizmetlerine ulaşması ve eğitime, toplum hizmetlerine erişimi neredeyse imkânsızlaştı. Kadınlar hızla azalan kaynaklarla kendilerine ve çocuklarına bakmak için yeni stratejiler geliştiriyorlar. Artık kırsaldaki yoksulluğu, işsizliği, zor koşullarda uzun saatler güvencesiz çalışmayı, istatistiklerde görünmez olmayı, aile içi ücretsiz emek olarak sınıflandırılmayı “ekonomik şiddet” olarak tanımlar oldum (Gündüz Hoşgör, 2020). Öyle ki tüm bu yaşananlar kırsal kadının “kapsayıcı toplum” beklentileri içerisinde pek yer alamadığını gösteriyor bize; aksine, kadınlar sosyal dışlanma yaşıyor. Kırsalın coğrafi açıdan birbirinden farklılaşması ve ayrışması, bu coğrafyalarda yaşayan kadınların da yaşam deneyimlerinin birbirinden farklılaştığını yansıtıyor. Artık “kırsal kadın” tekil bir grup değil, “hangi coğrafyadaki kırsal kadın” sorusuna yanıt aramamız gerekiyor. Tam da bu noktada akla şu soru geliyor: feminist hareketin kentlerdeki etkisi bu kadar artarken, kırsaldaki kadınlar neden daha da zor koşullarla karşılaşır oldular? Sanırım feminizmi dar bir tanımdan çıkarmak için bu soru üzerine düşünmemiz gerekiyor.

 

Kaynakça

Gündüz Hoşgör A. (2020). Kırsal kadının ekonomik şiddetle imtihanı. Der. İlknur Yüksel.  Kişisel olan politiktir (ss. 227-246). İstanbul: Note Bene Yayınları.

Gündüz Hoşgör A. ve Miki Suzuki Him. (2016). Küreselleşme ve Türkiye’de kırsal kadının ücretli emeği: Rapana Venosa üretim zinciri üzerinden Batı Karadeniz bölgesinde bir vaka analizi. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 19(2): 108-130.

Karatabanoğlu S. (23 Haziran 2020). Mevsimlik tarım işçileri: Tarlada sosyal mesafe yok. Deutsche Welle Türkçe, https://www.dw.com/tr/mevsimlik-tar%C4%B1m-i%C5%9F%C3%A7ileri-tarlada-sosyal-mesafe-yok/a-53900367.

OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development). (2020). Rural well-being: Geography of opportunities. OECD Rural Studies. Paris: OECD Publishing.

Suzuki Him M. ve Ayşe Gündüz Hoşgör. (2019). Challenging geographical disadvantages and social exclusion: A case study of gendered rural transformation in mountain villages, the Western Black Sea Region of Türkiye. Sociologia Ruralis. 59(3), 540-559.

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu). (2014). İstatistiklerle Yaşlılar. Ankara: TÜİK.

UNDESA (Department of Economic and Social Affairs). (2009). Vision for an Inclusive Society Report.

Yılgör A. (11 Aralık 2020). Öğreniyoruz, deniyoruz: Kentsel tarım. Bianet Bağımsız İletişim Ağı, https://bianet.org/bianet/tarim/235836-ogreniyoruz-deniyoruz-kentsel-tarim.