Arkeoloji Prehistorik Toplumlarda Toplumsal Cinsiyetle İlgili Çıkarımlarını Nasıl Yapar?

Aysel Arslan

Sosyal ve beşeri bilimlerin feminist hareketlerle tanışması çok daha öncelere dayansa da, arkeolojide toplumsal cinsiyet çalışmaları 1980’lerde ortaya çıkar. Özellikle 1984’te Margaret W. Conkey ve Janet D. Spector’un “Archaeology and the Study of Gender” isimli makalesi (Conkey ve Spector, 1984), arkeoloji, antropoloji ve etnografyadaki erkek odaklı bakış açısını ve buna bağlı olarak arkeolojik yorumlamalarda gerçek olarak öne sürülen varsayım ve önyargıları ağır bir şekilde eleştirir. Yazarlara göre, arkeolojide kadınların görünmezliği veri eksikliğinden değil kanıtlara önyargılı yaklaşılmasından kaynaklanır. Dahası, kadınların varlığından bahsedildiğinde bile rolleri her zaman ikincil, basmakalıp ve itaatkâr olarak betimlenir. Pek çok çalışmada kadın ve erkeklerin rolleri biyolojilerine göre belirlendiğinden kadınlar yaşadıkları toplumda herhangi bir değişimin failleri olarak görülmemiştir (Wylie, 1991). Conkey ve Spector arkeolojide toplumsal cinsiyet odaklı çalışmaların yapılması için çağrıda bulunduktan sonra toplumsal cinsiyet arkeolojisi doğmuş, bu alanda yapılan çalışmalar hız kazanmış ve toplumsal cinsiyete dayalı çıkarımların yapılabilmesi için farklı yöntemler kullanılmaya başlanmıştır.

Bu yazıda, arkeolojide prehistorik toplumlarda toplumsal cinsiyetle ilgili yorumların ne tür kanıtlar üzerinden yapıldığından bahsedeceğim. Bu çalışmaların beslendiği kanıtlar arasında insan kalıntıları, insan betimlemeleri ve kil buluntularda ele geçen parmak izleri sayılabilir.

Arkeolojik yerleşimlerde ele geçen insan kalıntılarının incelendiği bilim dalı olan biyoarkeoloji, geçmişte yaşamış insanların hayatlarını nasıl geçirdiklerini, nasıl beslendiklerini, ne iş yaptıklarını ve sosyal statülerini anlamamıza yardımcı olur. Özellikle 1990’lardan beri kültürel bir kavram olarak toplumsal cinsiyet, biyoarkeolojik çalışmaların odak noktalarından biri haline gelmiştir (örn. Cohen ve Bennett, 1993). Her insanın kemikleri ve dişleri kendi yaşam tarzına ve sürekli tekrar ettiği hareketlere göre değişikliğe uğrar. Travma, diş aşınması, kemik yapısı ve kas gelişimi gibi konuları ele alan biyoarkeoloji de antik toplumlarda sosyal statü, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü gibi konuları araştırır.

İnsanların nasıl beslendikleri ve başka bir bölgeden göç edip etmedikleri, kararlı izotop analizleriyle incelenebilir. Yediğimiz yiyecekler ve içtiğimiz suda bulunan nitrojen, karbon, oksijen ve stronsiyum izotopları insan kemiklerine geçer. Bir bireyin son 10 yılda tükettiği besinlerde bulunan nitrojen ve karbon izotopları kemiklerdeki kollajen dokuda depolandığından bireyin günlük hayatında ne tür besinler tükettiğiyle ilgili bilgiler verebilir (Pearson vd., 2013). İklim ve coğrafyadan etkilenen oksijen ve stronsiyum izotop oranları ise insan göçlerini anlamamızı sağlar. Dişler, kemikler gibi yaşla birlikte yeniden yapılanmazlar. Bu nedenle dişlerdeki izotopik izlerin yerel kaynaklarla karşılaştırılmasıyla belli bir yerleşimde yaşayan insanların oranın yerlisi olup olmadığı anlaşılabilir. Örneğin, insanların avcı toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik yaşam tarzına geçtiği Mezolitik-Neolitik geçiş döneminde Balkanlar’daki Tuna Vadisi’nin MÖ 6200’den itibaren muhtemelen iki farklı bölgeden göç aldığı tespit edilmiştir (Boric ve Price, 2013). Asıl şaşırtıcı olan ise dişlerindeki stronsiyum değerlerine bakılarak bu bölgeye dışarıdan geldiği tespit edilen bireylerin hemen hepsinin kadın olmasıdır.

Bir yerleşimdeki bebek ve çocuk iskeletlerindeki kararlı izotop değerlerinin incelenmesiyle o toplulukta emzirme ve sütten kesme pratikleriyle ilgili bilgi edinmek de mümkündür (Larsen vd., 2015; Pearson vd., 2010). Anne sütündeki nitrojen değerleri vücudun kalanıyla aynıdır. Benzer bir şekilde, yeni doğan bebekler de anneleriyle aynı nitrojen değerlerine sahiptir. Fakat emzirme başladığında bebeklerdeki nitrojen değerleri annelerininkine kıyasla yaklaşık ‰3-5 artar. Sütten kesme sürecinde nitrojen değerleri azalacak ve bebek anne sütünü tamamen bıraktığında yerleşimin kalanıyla aynı nitrojen değerlerine sahip olacaktır. Bu şekilde bir bebeğin emzirme ve sütten kesilme sürecini takip etmek mümkün olur. Sütten kesme pratikleri, bir toplulukta toplumsal cinsiyete bağlı sosyokültürel yaşama dair de değerli bilgiler edinmemizi sağlar. Emzirme ve sütten kesme sırasında eğer sütanne yoksa annenin bebeğin nispeten yakınlarında olması gerekecektir. Bu durumda annenin iş yükünün bebeğin beslenme şekline göre düzenlenmesi gerekebilir. Prehistorik dönemde Anadolu’da sütten kesme uygulamalarıyla ilgili çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Örneğin, Çatalhöyük’te sütten kesme 18 aylıkken başlarken bebekler 3 yaşından itibaren tamamen yetişkinler gibi beslenmeye başlar (Larsen vd., 2015). Buna karşılık sütten kesme Aşıklı’da yaklaşık 1 yaşında, Çayönü’nde ise 2 yaşında başlayıp Aşıklı’da 2 yaşında, Çayönü’nde ise 4 yaşında tamamlanır (Pearson vd., 2010). Çeşitli topluluklarda emzirme ve sütten kesme sürecinin doğum kontrol yöntemi olarak kullanıldığı bilinmektedir.

İnsan kalıntılarının yanı sıra insanların yaptıkları çeşitli nesneler de arkeolojide toplumsal cinsiyet ilişkilerini anlamada kullanılabilir. Özellikle son yıllarda kilden yapılma nesnelerde zaman zaman karşılaşılan parmak izlerinden, bunları yapanların yaşını ve cinsiyetini tespit etmek mümkündür. Bu tür çalışmalarla bir toplulukta yaşa ve toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümüne dair çıkarımlar yapılabilir. Örneğin, her ne kadar bunu kanıtlayan veriler arkeolojik olarak bulunmamışsa da, etnografik verilerden yola çıkılarak geleneksel olarak Antik Pueblo topluluklarında seramik üretiminin kadınlar tarafından yapıldığı öne sürülmüştür. Bu teoriyi test etmek amacıyla Chaco Canyon’da MS 10.-11. yüzyıllarda  Antik Pueblo topluluklarında seramik üretiminin cinsiyete dayalı bir iş olup olmadığını anlamak isteyen araştırmacılar, bu topluluklarda ele geçen seramik parçalarında bulunan parmak izlerini incelemiştir (Kantner vd., 2019). Analiz sonuçları, bu topluluklarda sanılandan çok daha karmaşık bir üretim sistemi olduğunu ortaya koyar. Seramik parçalarında hem kadın hem erkek parmak izleri ele geçirilmiştir. Daha erken dönemde (MS 1040’tan önce) üretilmiş seramik parçalarının çoğunlukla erkekler tarafından yapıldığı, buna karşılık geç dönemde seramik üretiminde hem kadınların hem de erkeklerin benzer şekilde çalıştığı anlaşılmıştır. Araştırmacılar iş bölümündeki bu değişimin, Chaco Canyon’da geç dönemde seramiklerin daha fazla talep görmesiyle üretimin artmasından kaynaklandığını öne sürerler.

Biyoarkeolojinin yanı sıra arkeolojik kazılarda ele geçen figürin, duvar resmi gibi görsel betimlemeler de araştırmacılara farklı topluluklarda toplumsal cinsiyet kavramının nasıl şekillendiğine dair fikirler verebilir. Ancak önemli bir noktanın altını çizmek gerekir, insan betimlemeleri doğrudan tektipleşmiş toplumsal cinsiyeti değil, bu dönemde yaşamış bireylerin yaş, toplumsal cinsiyet, sosyal sınıf gibi kesişimsel kimliklerini temsil ediyor olabilir (Nanoglou, 2005). Örneğin, insanların yerleşik hayata geçtiği bir Neolitik dönem yerleşimi olan Çatalhöyük’te bulunan insan betimlemeleri ilk kez bulunmaya başladıkları 1960’lardan itibaren çeşitli araştırmacılar tarafından ana tanrıça ile ilişkilendirilmiş ve anaerkil toplum yapısını betimlediklerinden bahsedilmiştir. Ancak, biyoarkeolojik analizlerle birlikte ele alındıklarında bu figürinlerin yorumlamaları da radikal bir şekilde değişmiştir. Yeni çalışmalar Çatalhöyük figürinlerinin ana tanrıça veya bereket temsilinden ziyade yaşlılık ve yaşlanmayla gerçekleşen şişmanlığı betimlediğini öne sürer. Çatalhöyük insanlarının iskeletleri incelendiğinde, yedikleri yiyeceklerde, yaptıkları işlerde ya da ölü gömme uygulamalarında cinsiyete dayalı herhangi bir fark olmadığı anlaşılmıştır. Buna karşılık, izotop analizleri yaşlı ve genç bireylerin beslenme biçimlerinde önemli farklar olduğuna işaret etmiştir (Larsen vd., 2015; Pearson ve Meskell, 2013). Genç bireyler daha az karbonhidrat ve daha çok yabani hayvan tüketirken yaşlılar evcil hayvanlar ve karbonhidrat açısından zengin besinler tüketmiştir. Yoğun karbonhidrat tüketimiyle birlikte değerlendirildiğinde Çatalhöyük’teki şişman insan figürinlerinin, bunların stilistik özellikleri de hesaba katılarak, yaşlılığın temsili olduğu öne sürülmüştür.

Toplumsal cinsiyet arkeolojisi, ortaya çıkışından itibaren çeşitli yöntemlerle geçmişte toplumsal cinsiyet ilişkilerini anlamaya çalışmıştır. Özellikle yazının bulunmadığı erken dönemlerde ele geçen arkeolojik bulguları yorumlarken bunları günümüz toplumunun önyargılarından bağımsız bir şekilde değerlendirmek önemlidir. Bu şekilde insan kalıntıları ve materyal kültürden yola çıkan çalışmalar, genelgeçer yorumlar yapmaktan kaçınarak toplumsal cinsiyetin kültüre özgü olduğunun da altını çizer.

Kaynakça

Boric, D., ve Price, T. D. (2013). Strontium isotopes document greater human mobility at the start of the Balkan Neolithic. Proceedings of the National Academy of Sciences, 110(9), 3298–3303.

Cohen, M. N. ve Bennett, S. (1993). Skeletal evidence for sex roles and gender hierarchies in prehistory. B. Miller (Der.), Sex Roles and Gender Hierarchies içinde (s. 273–296). Cambridge: Cambridge University Press.

Conkey, M. W. ve Spector, J. D. (1984). Archaeology and the study of Ggnder. Advances in Archaeological Method and Theory, 7, 1–38. Erişim adresi: https://doi.org/10.1016/B978-0-12-003107-8.50006-2

Kantner, J., McKinney, D., Pierson, M. ve Wester, S. (2019). Reconstructing sexual divisions of labor from fingerprints on Ancestral Puebloan pottery. Proceedings of the National Academy of Sciences, 116(25), 12220–12225. Erişim adresi: https://doi.org/10.1073/pnas.1901367116

Larsen, C. S., Hillson, S. W., Boz, B., Pilloud, M. A., Sadvari, J. W., Agarwal, S. C., … Knüsel, C. J. (2015). Bioarchaeology of Neolithic Çatalhöyük: Lives and lifestyles of an early farming society in transition. Journal of World Prehistory, 28(1), 27–68.  Erişim adresi: https://doi.org/10.1007/s10963-015-9084-6

Nanoglou, S. (2005). Subjectivity and material culture in Thessaly, Greece: The case of Neolithic Anthropomorphc Imagery. Cambridge Archaeological Journal, 15(02), 141–156. Erişim adresi: https://doi.org/10.1017/S0959774305000077

Pearson, J. A., Hedges, R. E. M., Molleson, T. I. ve Özbek, M. (2010). Exploring the relationship between weaning and infant mortality: An isotope case study from Aşıklı Höyük and Çayönü Tepesi. American Journal of Physical Anthropology, 143(3), 448–457. Erişim adresi: https://doi.org/10.1002/ajpa.21335

Pearson, J., Grove, M., Özbek, M. ve Hongo, H. (2013). Food and social complexity at Çayönü Tepesi, southeastern Anatolia: Stable isotope evidence of differentiation in diet according to burial practice and sex in the early Neolithic. Journal of Anthropological Archaeology, 32(2), 180–189. Erişim adresi: https://doi.org/10.1016/j.jaa.2013.01.002

Pearson, J. ve Meskell, L. (2013). Isotopes and images: Fleshing out bodies at Çatalhöyük. Journal of Archaeological Method and Theory, 22(2), 461–482. Erişim adresi: https://doi.org/10.1007/s10816-013-9184-5

Wylie, A. (1991). Gender theory and the archaeological record: Why is there no archaeology of Gender. M. W. Conkey ve J. M. Gero (Der.), Engendering archaeology: Women and prehistory içinde (s. 31–54). Oxford: Basil Blackwell.