COVID-19 PANDEMİ SÜRECİ: KADIN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ DURUMU

Sevilay Şenol Çelik

Kadının “ana” ve “doğurgan” olması tarih boyunca üstün özellik olarak kabul edilmesine rağmen horlandığı, ezildiği ve sömürüldüğü; “kadının yeri evidir anlayışı” nedeniyle de istihdamının engellendiği ve kadın iş gücünün kayıt dışına itildiği görülmüştür[1]. Kadına atfedilen doğurma, ev ve çocuk bakımı rolleri zaman içinde  kadının geleneksel toplumsal cinsiyet rolüne dönüşmüş, ancak öncelikle ekonomik nedenlerle ve daha sonra ekonomik özgürlüğün kendisine kazandırdığı kimlik ile kadın, çalışma hayatında ücretli çalışanlar arasında sınırlı oranlarda da olsa yer edinmiştir.

Dünya Bankası verilerine göre 2019 yılında dünyada kadın iş gücü oranının %38,9, OECD üye ülkelerinde %42,2, Türkiye’de ise %33 olduğu görülmüştür. Ülkemizde çalışan kadın oranı dünya ve OECD üye ülkelerine göre daha düşük olmakla birlikte, kadının toplumdaki statüsünün iyileştirilmesinde sadece kadının iş gücüne katılması yeterli değildir. Bunun için parlamentoda, karar mekanizmalarında, mesleki ve teknik işlerde çalışan kadın oranlarının artırılması; kadınların okuryazarlık oranının ve eğitim düzeyinin yükseltilmesi gerekmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization, ILO) tarafından, 2019 yılında Türkiye’de yönetici pozisyonlarında istihdam edilen kadınların oranının %16,2, dünyada ise %27,9 olduğu rapor edilmiştir. Ayrıca ülkemizde parlamentoda yer alan kadın sayısının ve okuryazar kadın oranının erkeklere göre ciddi düzeyde düşük olduğu bilinmektedir. ILO, dünyada kadın sağlık iş gücünün %70 olduğunu; 100 ülkeye ait verilere göre de vasıflı sağlık mesleklerinde çalışanların %72’sini kadınların oluşturduğunu belirtmiştir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından Nisan 2020’de yayımlanan, ülkemizin de içinde yer aldığı 191 ülkenin “2020 Hemşire Durum Raporu”nda da hemşire işgücünün %80’ini kadınların oluşturduğu bildirilmiştir.

Büyük çoğunluğunu kadının oluşturduğu sağlık çalışanları, kısa sürede çok sayıda insanı etkileyen, acil müdahale gerektiren ve ülke kaynaklarını yetersiz bırakan salgın hastalıklar, savaş, deprem gibi olağandışı durumlarda nitelikli ve güvenli sağlık hizmeti sunmak için en ön saflarda mücadele etmektedir. Bu dönemlerde, başta yaşam hakkı olmak üzere sağlık, beslenme, çalışma, eğitim, ulaşım gibi temel insan haklarına ilişkin yaşanan sorunlar, olağan dönemlerle karşılaştırılamayacak ölçüde artmaktadır. Ayrıca bu olağanüstü durumlardan yoksullar, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar gibi örselenebilir gruplar olumsuz etkilenmektedir. Nitekim son günlerde ülkemiz dahil tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisinde, kadın sağlık çalışanları birçok yönden olumsuz etkilenmiştir. Bu süreçte var olan sorunlar derinleşmiş ve bunlara yenileri eklenmiştir. Kadın sağlık çalışanlarının karşı karşıya kaldığı zorluklar ve sorunlar sosyal yaşantıya, özlük haklarına, çalışma ortam ve koşullarına yönelik olarak sınıflandırılabilir.

Kadın sağlık çalışanlarının çoğunluğu, bu süreçte mesleklerini ve ev yaşamlarını dengede tutmakta zorlanmıştır. Veriler, birçok erkeğin ev işlerinde ve bakımda sorumluluk almasına rağmen kadınların, erkeklerin bu sorumluluklar için harcadığı zamanın %50’sinden daha fazlasını harcadıklarını göstermektedir. Kadın sağlık çalışanları bu süreçte yoğun çalışma saatlerinin, yaşanan ağır duygusal ve fiziksel baskının ardından evde toplumsal cinsiyet rolleri gereği kendilerinden beklenen ev ve bakım işlerini yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu bakım ve ev işleri arasında evlerinde okula devam edemeyen çocukların eğitimlerinin düzenlenmesi ve desteklenmesi, yemek pişirilmesi, artan hijyen ihtiyacının karşılanması ve yoğunlaşan ev işlerinin yapılması yer almaktadır. Kadınlar, ayrıca çocuk yetiştirme ve yaşlılara bakım verme gibi ücretsiz bakım işi yükünü  de taşımaktadır. Normal şartlarda kadınlar günde ortalama 4 saat 25 dakika ücretsiz bakım işini yüklenirken, erkekler sadece 1 saat 23 dakika yapmaktadır. Hem pandemi hem de pandeminin yol açtığı okul, kreş ve diğer bakım tesislerinin kapanması, kadınların ücretsiz bakım işine ayırdıkları günlük süreyi büyük ölçüde artırmıştır. Ayrıca evde yaşlı, engelli ve çocuk bakımı sorumlulukları olan kadın sağlık çalışanları, virüs bulaşma riski nedeniyle bu sorumluluklarını yerine getirme konusunda sorunlar yaşamaktadır. Diğer sorunlardan biri de bulaş riskine karşı alınan önlemler çerçevesinde nöbet sonrası kurum tarafından ayarlanan yerlerde konaklanması, kadın sağlık çalışanlarının yakınları adına koruyucu ve gerekli bir uygulama olmakla birlikte, yaşam alışkanlıklarının değişmesinin yanı sıra çocuklarından, eşlerinden, ana babalarından uzakta olmanın ruhsal yükünü de beraberinde getirmektedir. Tek ebeveyn olan sağlık çalışanlarının, çocuklarını koruyarak onlara bakabilmelerini sağlayan ücretli izine ayrılmalarına yönelik bir düzenleme olmaması da kadın sağlık çalışanlarının yaşadığı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlar, kadın sağlık çalışanlarında gerek mesleki gerekse ev içi tükenmişlik riskini artırmaktadır.

Kadın sağlık çalışanlarının çalışma ortam ve koşullarına yönelik yaşadıkları sorunlar arasında uzun çalışma saatleri, fazla mesai, yetersiz sağlık çalışanı, yetersiz dinlenme süreleri, dinlenme alanlarının standartlara uygun olmaması ya da yetersiz olması, çalışma saatlerinde yeterli ve dengeli beslenememe, aşırı iş yükü, salgınla ilgili eğitim eksikliği, şiddet, niteliksiz ve yetersiz kişisel koruyucu ekipman yer almaktadır. Ayrıca kadın sağlık çalışanlarının hastalarla doğrudan etkileşimde bulunulan alanlarda daha yoğun istihdam edildikleri göz önünde bulundurulduğunda, kadınların hastalığa maruz kalma risklerinin de daha yüksek olduğu görülmektedir.

Kişisel koruyucu ekipmanların yetersizliği ve sürekliliğinin sağlanmasındaki sorunlar, özellikle pandeminin başlangıcında en temel sorun olarak görülmüştür. Söz konusu ekipmanların çeşitliliği, ağırlığı, özenli hijyenik kullanımına ve çalışma ortamına göre sürekli değişim gerektirmesi kadın çalışanların bedensel ve ruhsal sağlığını olumsuz etkilemekte, aşırı yorgunluk yaratmakta, saatler süren nöbetlerde idrar çıkarma-dışkılama gereksinimini azaltmak amacıyla gıda ve sıvı tüketiminde kısıtlamaya gitme gibi sağlık için riskli davranışlara yol açmaktadır. Ayrıca kişisel koruyucu ekipmanların erkekler için tasarlanmış olması nedeniyle maskelerin bantlanması, önlük ve tulum kollarının kıvrılması, regl olduğunda leke kontrolünün yapılması gibi zorluklar yaşanmaktadır. Ergonomik, nitelikli ve kullanışlı olmayan koruyucu ekipmanlar, basınç yaralanmaları, aşırı terleme, nefes almada zorlanma gibi sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Tüm bu çalışma ortamına ve koşullarına yönelik yaşanan zorluklar ve sorunlar, kadın sağlık çalışanlarında fiziksel sağlık sorunların yanı sıra anksiyete, depresyon, aşırı öfke, işten ayrılma, intihar eğilimi ya da intihar etme, çaresiz ve suçlu hissetme gibi sonuçlara da neden olabilmektedir.

Çalışma ortamına yönelik yaşanan sorunlardan bir diğeri de şiddettir. Önemli bir halk sağlığı sorunu olan ve günümüzde giderek artan kadına yönelik şiddetin, pandemi sürecinde de zorlu ve ağır koşullarda mücadele eden kadın sağlık çalışanlarında artarak devam ettiğine tanıklık edilmektedir. Bu bağlamda kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin son bulması için şiddete “sıfır tolerans” ilkesiyle, şiddete neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması, etkili ve caydırıcı önleyici girişimlerin yapılması, yasal yaptırımların uygulanması ve esnetilmemesi gerekmektedir.

Pandemi öncesinde de yoksulluk sınırının altında yaşayan kadın sağlık çalışanlarının ekonomik sıkıntıları, pandemi sürecinde daha da derinleşmiştir. COVID-19 hastalığını tecrübe etmiş birçok ülke tarafından, sağlık çalışanlarının ekonomik kayıplarını önlemeye yönelik çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Ülkemizde de ek ödemelerin tavandan yapılmasına yönelik düzenlemenin olumlu bir girişim olmasına rağmen bu ödemelerde kurumlar arası farklılıkların olması, ödemelerin eksik verilmesi ya da hiç verilmemesi, sağlık çalışanları arasında dengesiz dağıtım yapılması sağlık çalışanlarında mutsuzluğa ve hayal kırıklığına yol açmıştır. Ayrıca bu süreçte kadın sağlık çalışanları zorunlu ücretsiz izin kullandırılma, fazla mesainin karşılığının verilmemesi nedeniyle özlük haklarında kayıp gibi durumlar yaşamıştır. İtalya, sağlık sektöründe çalışanların evde çocuk bakım masraflarını karşılayabilmesi için 1.000 avroya (1.104 ABD doları) varan “bebek bakıcısı ikramiyesi” getirmiştir. Çocuk bakım tesisleri ve okulların genel olarak kapalı olduğu Avusturya, Fransa, Almanya ve Hollanda’da bazı tesisler çekirdek kadroyla faaliyet göstererek zorunlu hizmet işlerinde çalışanların çocuklarına bakım vermeyi sürdürmüştür. Kadın sağlık çalışanlarının COVID-19’la savaşma görevini ve evlerinde ailelerine bakmalarına destek olmayı sürdürmeleri isteniyorsa, bu türden önlemlerin daha fazlası alınmalı ve uzun vadeli çözümler üretilmelidir. Ayrıca ücretsiz bakım işinin sadece kadına atfedilmesinin artık tek seçenek olmadığı dikkate alınarak devletlerin bu konuda cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıran düzenlemeler yapması gerekmektedir.

Sağlık bakım sisteminin güçlendirilmesi; topluma sunulan sağlık hizmetlerinin nitelikli ve güvenli olması; sağlık çalışanlarının özlük haklarının, çalışma ortam ve koşullarının iyileştirilmesi için pandemi dönemine ilişkin politikalar dahil tüm politikalarda toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek tekrar düzenlenmeli, süresi öngörülemeyen salgınlarda bulaşmayı azaltmak üzere başvurulan yöntemlerin cinsiyetçi ve eşitsiz biçimde uygulanması engellenmelidir. Ayrıca salgını önleme, salgına hazırlık yapma, müdahale etme süreçlerinde karar vermeleri ve katılımları oldukça sınırlı olan kadın sağlık çalışanlarının sayısı ve etkinliği artırılmalıdır.

Sonuç olarak, tüm dünyada toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin engellenmesinde ve var olan etkilerinin ortadan kaldırılmasında temel hedef insana değer veren, hiç kimsenin dezavantajlı olmadığı ve herkesin eşit olduğu toplum yapısına ulaşmak olmalıdır.

[1] Alisbah Tuskan, A. (2012) “Toplumsal Cinsiyet, Toplumda Kadına Biçilen Roller ve Çözümleri.” Türkiye Barolar Birliği Dergisi 99(Mart-Nisan). http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-99-1179